Bana uyacak bir marilyn monroe resmi yok! Yettiği kadar


30 Kasım 2010 Salı

Allak bullak

Kafam allak bullak. Hemde her konuda.Küfürlü konuşmıcam diyorum ama bazı durumlar var, argo kullanmadan ifade edilemiyor. An itibariyle mal'a bağlamış durumdayım yani. Hem ben küfreden kız sevmememe rağmen, neden küfreden kendi sesimi duyunca bir rahatlama yaşıyorum anlamışta değilim. Allak bullak olduğumu söylemiş miydim? Tamam.

Ablamla konuştum bugün. Sesini duyduğumda anladımki, sesini duymayalı haftalar olmuş resmen. Sonra telefonum çekmemeye başladı. Bizim evin yaptığı bir şaka o kısım. İstanbulun göbeğinde.Olacak iş değil. Abladır ya telefon kapanınca arar sandım tekrardan. Aramadı.Aramasını beklerken bende aramıyım dedim. Çünkü oda beni aramaya çalışıyor olursa, telefon meşgül olur dedim. 2 insanın en salak durumuna düştüğü an, o an bence. İkinizde birbirinizi aynı anda arıyorsunuz ama teknoloji öyle çalışmıyor işte. Bunları düşünürken geçen dakikalar sonunda unuttum ablamı geri aramayı.Şimdi arıyım dedim fakat yazı bitince aramak daha mantıklı. Yazı bitince, yine unutmuş olacağım. Hem ablamda demişti. 'Bende mal gibiyim şu anda'

Şu küfürlü konuşma olayını bu aralar iyice abarttım sanırım. Kaldıki günlük hayat konuşmaları yaparken bile, küfür sayılan kelimelerin cici versiyonlarını hatırlayamıorum. Bu durum en çok babamla konuşurken sıkıntı yaratmakta. Gecen gun konuşurken ' Bu okul s..e s..e bitecek' dedim adama. Hoş olmadı. Ama hala o yinelemenin cici versiyonunu bulamadım. Ama erkek arkadaşımın yanında hala en cici benim. Onun yanındayken küfretmemeye daha çok dikkat ediyorum. Çok çemkiriyor çünkü sonra. Öyle olunca daha çok küfredesim gelio. Dalga geçer gibi. Söz okul bitsin, hem sigarayı bırakıcam, hemde küfür etmeyeceğim.

An itibariyle mal gibi bir yazı oluyor buda. Ama ders çalışmaya ara verdim. O arada bişiler yazıp kafamı rahatlatayım dedim. Birazdan ders çalışmaya devam edeceğim. Yazının mallığının bahanesi bu. Benim mala bağlamış olmamım bahanesi yok hala.

Dönem biterken bende tükenmeleri yaşamaktayım sanırım. Üstelik daha girmem gereken 2 'baba' vize olmakla beraber, teslim edilmesi gerekende 5 proje var. Yarın birinin demosuna gireceğim üstelik. Şu kopya muamelesi meselesinden dolayı, kendi yaptığımız projenin demosundan korkuyorum. Hemde nasıl bir korku bu. 'Acaba sorulan bir soruyu bilemessek, hoca kopya çektiğimizi düşünür mü?' yada 'Eğer cevap veremessek 0 alır mıyız?' Bide en kapsamlı ders, illaki sorulan sorulardan bir kaç fire vereceğiz. İllaki. Bunları düşününce yine bir sinir atımı yaşandı beynimde.

He bide final dönemi var tabi fakat şu anda ona girmek bile istemiyorum.
Neyse bu kız kaçar. Kaçarda nereye kaçar? Yapacağım hareket sadece ekrana bakmayı bırakıp, bilgisayarın yanındaki kitaba bakmaya başlamak.
Pek uzaklaşmıyorum yani aslında fiziksel olarak.
Öptüm bye olarak bitirmek istedim bu yazıyı.
Öptüm bye!

29 Kasım 2010 Pazartesi

SahneSahne Hayatlar

Hayatı, sahne sahne yaşayan insanlar var bu Dünya'da. Başı sonu yok olayların. Sebep-sonuç ilişkisi hiç yok hemde.Özeniyorum bile diyemiyorum. Akılsızlık gibi bir şey bu. Dur düşün. Eylemlerinin sonuçlarının mesuliyetini alamayacaksan, hiç zorlaştırma hayatı, kendine ve çevrendekilere.

Sahne sahne yaşamak var dedim ya; en kolayı,en basiti. Kesik kesik yaşamak hayatı. Film çeker gibi işte, her sahnede durdur kamerayı, tekrar oyna, tekrar çek. Olmadı mı? Bir daha. Neden olmuyor, nerde yanlış yapıyorum demeden. Kaybedecek neyin var? Kendi sahnelerin dışında olanlardan sorumlu değilsin nasılsa. İstemediklerini çıkar at. Yokmuş gibi davran. Olayları bağımsızlaştır birbirinden. Hatta kendini de soyutla mevzu bahis anlardan.'Ben değildim o, rol yapıyordum sahnemde'

Aslında o sahne bize ait, bizim bile değil. Replikler de bizim sanıyoruz çoğu zaman. Ama değil işte. Her şeye inat kendini farklı ifade etmeye çalışanlar da garipseniyor üstelik. Bazıları sahneden çıkartılıyor. Herkeste bir ikiyüzlülük, bir içten pazarlık. Kesik kesik ya, bir söv karşındakinin arkasından, ondan sonra gel sarıl kanbağın varmış gibi. 'Kardeşim'.  Peh be arkadaşım!

Midem bulanıyor artık, en ufak süphe uyandırıcı hareket duyduğumda. Arkadaşım tamam sen kesik kesik yaşama kararı almışın, beyin göçünü yaşamışın. Biz de illa senin gibi mi olmak zorundayız? Karşındakini de kendin gibi mi sandın da, ondan bu aptala yatmalar, aptal yerine koymalar.
Bakalım bu atarlarım giderlerim beni hangi sahneden kovacak şimdi? Çokta tın..

Neyse, Kestik!

28 Kasım 2010 Pazar

Yapcak Bişi Yok

Yazasım var bugun. Yapcak bişi yok!!
An itibariyle annemle babam ortaköyde bir barda kopmaktalar. Saat bilmem kaç oldu ama hala gelmediler. 55 küsur yaşında olan insanlar bence yataklarında uyuyor olmalılar şu anda. Ama hayır işte ben normal değilim dedim, ama ailemde değil.Ve ben gençliğinin baharında olan kızları, evde bölüm arkadaşlarım Topik ve Aylo'yla ders çalışma derdinde. Dünya tersine döndü falan. Olacak iş değil!! Ama oluyor işte. Yapcak bişi yok!!

Birimiz manyak gibi ders çalışmakta saatlerdir. Birimiz ewe girdiği gibi ağlamaya başladı. Ağlarken gülüyordu bir de tabiki. Öyle boş beleşe, normal piskolojiye sahip insanlar gibi ağlamak yok. Bugunumun en eğlenceli dakikaları işte o dakikalardi, nitekim ağlamamış olsam bile baya güldüm. He bu arada yerde duran bira şişesine ayağımı çarptım. Orda bi ağlamaklı oldum. Yalan yok. Yine canım acıdı. Hayata olan hıncımı, kendi vücüdumdan çıkartıyor oluşum hiç hoş değil ama Yapcak bişi yok!!

Ben ise her gecen dakika ders çalışma sözü verip, sonra 'Anam unuttum' diyorum. Hiç hoş değil. Anamı anıyor oluşumda çok ironik nitekim dediğim gibi; Anam olacak insan şu anda muhtemelen dans ederek kopmakta. Kesin sarhoş olmuşlardır zaten. Bide eve gelen sarhoşlarla uğraşıcaz. Yapcak bişi yok.

Bir gün içinde, bir insan ne kadar saçmalayabilir testine tabii tutuluyorum sanırım. Bir de mühendis adaylarına uygulanmakta olan bu deney sona ersin istiyorum.

Demin annemler girdi eve. Nası kitlemişiz belli değil. Annemlere kurduğumuz cümleler ve dikkatinizi çekerim annemler acıklamasına benim sevgili killer joe babamda var. Evet dialoglar;

-Topik : Y amca okulu mu bıraksak, bizi yanına alıp calıştırır mısın?
-Firste: Yok kanka babam uni mezunlarını askeri ücrete çalıştırıo
-Topik: Y amca boşwer o zaman ya
-Killer joe: Pilavın içinden bile taş çıkar.(Nokta) ! (Ünlem) Kendinizi yönetmeyi öğrenin zor zamanalarda! (Ünlem)

-Anne,Anam: Kızlar beni taksime götürün sınavlar bitince.
-Topik: Seyyar tekilacıdan da tekila içer miyiz G teyze?
-Killer Joe: Öyle sert içkiler açıkta içilmez kızım, sahte mahte olur.
-Firste: Bize bişi olmaz gardaş!! (evet babama bunu dedim, şaşırdık bi hepimiz)

O anda bir sürü dialog geçti komik komik. Ama şuanda yazamıorum. Şu anda network TCP receiver kelimeleri arasında konsantrasyonum bozulmuş durumda ama Yapcak bişi yok!!

27 Kasım 2010 Cumartesi

Dengesiz bir Korkak

Eskiden yazılarım korku filmi gibiydi.Gözyaşlarımın isyanlarını paylaşırdım.Yüreğimi kan götürürdü falan.Her sahneyi zihnimde canlandırmak gibi bir huyum var benim.Rahatsız olurdum o görüntülerden, ama yine de o şekilde yazmaya devam ederdim.

Korku filmlerinden de çok korkarım ben zaten. Ama izlemektende vazgeçemem. Hoplayıp dururum o koltukta. Gözlerime ellerimle siper yaparım ama aradaki boşluklardan illaki bakmaya çalışırım. Kimi kandırıyorsam artık. Sarıldığım yastıkları dişlerim bir de. Korku filmi izlerken, bende korku filmi oluyorum yani. Bir keresinde bir korku filmi gecesinden sonra, bir arkadaşım korkutmuştu beni filmden bir sahne canlandırarak. Elime bıçak geçirip saldırmıştım kendisine.Bilinçsiz olarak tabi. Sonrada hüngür hüngür ağlamıştım. Evdekiler deli demişti bana. Zaten normal bir insan olmadığımı hiç inkar etmedim. Sonra bir de uyuyamam ben izlediğim filmlerden sonra. En sıkıntılı kısım orası işte.
O yazılar da aynı o kıvamda işte. Ama yok bu blogta o yazılar, aramayın boşuna.
Yazı karakterim nasıl, neden ve ne zaman değişmeye başladı bilmiyorum. Ama değişti işte. Yapcak bir şey yok. Ben üzülmüyorum şahsen.

Tırnağım kırıldı demin.Duvara çarptım elimi. Normalde 'Allahım tırnağım kırıldı, dünyanın sonu olmalı' şeklinde bir hatun kişisi değilim. Ama tam ortadan kırıldı tırnagım, kanadı falan ve bende oturup ağladım acıdan. Şimdi de zonk zonk zonk zonkluyor. Evde kendimi oraya buraya çarpıyor oluşum ayrı bir boyut kazandı yani. O korku filmleri bana ne kadar zararlıysa, dengesizliğim ve sakarlığımda o kadar zararlı kendi bünyeme.
Durup durduk yerde kim yaralamış kendini arkadaş yaa..
Gerçi o kanayan parmağımı gördükten sonra bu yazıyı yazmaya başladım, belki bir noktada işe yaramıştır bu yaralanma. Tamam saçmaladım.
Ama zaten hayatın sırrını bulduğumu iddaa ederek başlamadım bu yazıya.
Hem ben size mutluluğun resmini de çizmeyeceğim.
Beklentilerde anlaşalım.

Kırılmış tırnak resmi koyacaktım buraya, fakat karşıma o kadar iğrenç resimler çıktıki vazgeçtim.Midem bulandı birde. Hayır parmagımın su anki halinide paylaşmaycağım sizinle. Belki kim olduğumu anlarsınız falan. Mazallah.(ıyk hiç sevmedim bu kelimeyi)
An itibariyle bir insanın ders çalışmamak için neler yapabilceğinin canlı aynı zamanda kanlı örneğiyim.

Son zamanlarda agresifliğim yön değiştirdi. Aileme kızmıyorum artık. Arkadaşlarıma da kızmıyorum beni anlamadıkları için. Ben çevremdeki, aslında bir b.k olmayan ama çok bir şeymiş gibi davranan, ve karşısındaki insanı alttan alttan ezmeye çalışan insanlara kızıyorum.
Dediğim odur ki:
" 3 kuruşluk adamlarla, 5 kuruşluk muhabbet etmeyeceksin "Aradaki 2 kuruş farka satarlar seni" "

Evet yine paragraflarım birbirinden anlamsız oldu. Ama ben yinede farklı paragraflarda olmalarına rağmen birbirlerini tamamlayan cümleler yazdım. Yeteri kadar dikkatli okursanız sizde farkedersiniz. Ya da öle yapmayın anlamsız olsun bu yazı sizin için.
Ama belli mi olur eğer yeteri kadar uslu olursanız, belki Şirinleri bile görebilirsiniz.


PS: Tırnağın içindeki tırnağın içinde yazanı bir arkadaşım tamamladı saolsun. Cümlesine saygı(n)!! LoL :)

Sorsalar, Bilemem

Hani hatun milleti dediğimiz topluluk vardır ya, bu topluluk hayatının çeşitli dönemlerinde ve anlarında hep aynı soruyu sorgularlar. 'Aşk nedir?' ya da 'Onu neden seviyorum?'

Ben ne ilk sorunun cevabını bulabildim ne de ikinci soruyu süslü kelimelerle anlatabildim. 'Çünkü o şöyle, böyle' demek kimi, neden sevdiğimi açıklayabilcek nitelikte olmadılar benim için. Hiç bir zaman içime sinmedi. Baktım olmuyor, bende bazı duyguların kelimelerle ifade edilemeyeceğini düşünüp rahatlattım kendimi. Ama sanki öyle de olmuyor. Bazıları var mesela, kimi,neyi,neden,nekadar sevdiğini anlatmakta hiç sıkıntı çekmiyor. Ne kadar samimiler bilemem, ama özenmiyor da değilim.

Uykuyla uyanıklık arasında ilk sorunun cevabına yaklaştım sanki bir ara. Yani o an, aşkın tanımına en yakın olduğum andı. Kaç yaşına gelmiş olmama rağmen, kaç tane aşk yaşamış olmama ve hangi uçlara sürüklenmiş olmama rağmen, o anı daha yeni yaşamış olmam, kafamda sonu bitmek bilmez sorular da oluşturmuyor değil. Böylece bir soruyu çözer gibi olsamda, onu takiben kafamda oluşan cevapsız kalan sorularla olan mücadelem hiç bitmiyor. Ama bu tatlı bir mücadele ve ben ilk defa bu mücadelenin nasıl bitecek oluşuyla ilgilenmiyorum. Hem belli mi olur belki de bitmez, ya da belki de gerçekten bir gün her sorumu cevaplayabilirim.

'Aşk nedir?' in, doğru cevabını buldum demedim.Sorsalar yine de bilemem. Fakat ben uzunca bir süre, yakınsadığım cümleye inanmak istiyorum. Varsın diğer sorular beni rahatsız etmeye devam etsin.

Uykuyla, uyanıklık arasında, gözlerim bile kapalıyken ve bilincim hafif hafif beni uyandırmaya çalışırken, farkettimki benim için;

'Aşk, uyurken aynı anda nefes alıp vermek, göğüs kafesinizin aynı anda inip kalkmasıdır.'

Başka bir şey sorsalar, bilemem.

26 Kasım 2010 Cuma

Küçük Mutluluklarım

Dışardan bakıldığında, sadece şikayet eden bir insan gibi gözüksemde aslında küçük mutluluklarım var benim. Hayattan zevk almayı iyi bilirim aslında. Uyandığımda içtiğim kahve+sigara ikilisi mesela. O kahve bitene kadar, o gün yapacağım bir sürü işe rağmen mutluyumdur ben. Kahvemi içemeden başladığım günler huysuz ve mutsuz olduğumu inkar etmeyeceğim yinede.

Küçük mutluluklarım vardır benim dedim ya, beni öyle mutlu etmek için sevgilimin dağları yerinden oynatması gerekmez. İhtiyacım olduğunda gelen şirin bir mesaj bile o günümü kurtarmaya yeter. Öyle beni hediyelere boğsun, devamlı süprizler yapsın, kapımda çiçeklerle beklesin, yok öle bi Dünya. Hem ne kadar inandırıcı ki? Bazende sadece bir bakış yeter benim günümü kurtarmaya.

Sonra mesela, bu aralar çok yoğunum.Aldığım 6 dersin, 5 tanesi bölüm dersi. Hepsinin manyak manyak projeleri var. Üstelik bitirme projemede daha şimdiden başlama kararı aldım. Bu kararı alabilmiş olmam bile beni mutlu etmeye yetti mesela.Ufak bir adım. Olsun ufak bir mutluluk olsun. Benim olsun. Mesela ben bir dersten 'DD' ile geçince bile mutlu olabiliyorum. En azından 'F'lemedim diyorum. 'DD' olsun,benim olsun.

Haftanın 5 günü koşturduktan sonra, haftasonu kendime tatil ilan ettiğim bir gün yeter ayrıca beni mutlu etmeye. Haftasonunun tamamı olmaz ama bu. Sadece 1 günü. Olsun ben ona da duacıyım. O günü bekleyerek türlü sıkıntılarla geçen haftaya rağmen, ben o tatil günü sayesinde devam edebiliyorum. O tek bir gün ile kendimi diğer haftaya hazırlayacak şevki ve mutluluğu yakalayabiliyorum.

Mesela su blogtaki takipçilerim 1 kişi bile artsa mutlu oluyorum ben. Sanki kendime küçük sanal bir Dünya yaratmışım ve bu Dünyadaki insanlar, sadece benim yarattığım hayali arkadaşlar değil. Diğerleri de var yani içinde benden bağımsız. Sonra biri bir yorum yapınca da mutlu oluyorum ben. Yada begenince sadece bir tıkla. Üstelik eleştiriye açık bir insanım, begenilmezse bile mutlu olacağım o derece.

Bazen dinlediğim bir şarkı mutlu eder beni. Üstelik şarkının hareketli mutluluk dolu olmasına falan gerek yok. Sadece bir şarkıyla bile mutlu olabilirim. An itibariyle bu sabah beni mutlu eden bir şarkı var. Kaçıncı kere dinledim uyandığımdan beri bilmiyorum.
Öyle şirin şeker bir şarkı değil bu. Hatta biraz depresif bile diyebilirsiniz. Olsun bana huzur veriyor. Meraklandıysanız dinleyin madem :)


Tabi bunların yanında büyük mutsuzluklarım ve küçük mutsuzluklarım olmak üzere iki konu başlığı daha var. Küçük mutluluklarım her zaman bunlarla olan mücadelesini kazanamamakta. Ama ben bu yazı mutluluklarımla ilgili olsun istedim. Çeşitli ölçülere sahip mutsuzluklarım bugün bekleyiversinler.

25 Kasım 2010 Perşembe

Yine Bir Sabah Yazısı

Evet evet suanda derse gitmem lazım ama genelde hocanın yarım saat geç gelmesini vicdani rahatlamam için kullanmaktayım suanda. Nitekim sabah sabah uyanmış olmama rağmen, yapmak istediğim tek şey bloglarda kaybolmak. Kimsede bulmasın beni falan filan. Hem kahvemde bitti. Bu demek oluyorki artık insan kılığımı giyip kendimi sokağa atmalıyım. Ama bu saatlerde hiç taksi olmuo burda, hem bide yağmur iiyice ulaşım problemi yaşatacak bana.Günüme bu şakayla başlayacağım.
Uzun zamandan beri normal insan saatinde yatıp kalkmıyordum. Saat 5 gibi bünyem bana yine bir şaka yapıp uyanacaktı fakat bilinçaltım çeşitli rüyalarla onu kandırmayı başardı bu sefer. Uyanmak zor olsada yinede bir insana yetmesi gereken saat kadar uyumuş bulundum. Gerçi bana yeten saat 12+ olmakla beraber, 5 gün o yataktan cıkmak istemiyorsamda kimse beni çıkartamaz.
Yazdığım ciddi, depresif, duygu yüklü yazılardan sonra biraz boş beleş saçmalamak istedim bu sabah.Aman dersede 1 saat geç giderim. Sanki bir şey öğrenecekmişim gibi. Bu derste genellikle gözlerimin yerçekimiyle olan kavgasını kazanmaya çalışıyorum çünkü. Ve tabiki sevgili hocacığım bu savaşı kolaylaştırmamakta. Bir de benden başka dinliyormuş gibi yapan insan olmadığı için, o hoca hep bana bakarak anlatmakta artık neyse derdi. Savaşıma birinci elden şahit olmakta yani. Ve evet bende utanmaktayım bu sırada.
Çeşitli sosyal ağlar olsun, saatimin inatçı alarmı olsun, bir şekilde uyandım kalktım o yataktan. Giyinmek için inanılmaz bir mücadele verdim. Nitekim 2 dolabımın, 1 komidinimin ağzına kadar dolu olmasına rağmen giyecek hiç bir şey bulamadım. Saçma sapan şeyler geçirdim üstüme. Şuanda kendimi hiç güzel hissetmiyorum bu nedenle. Hem daha insan kılığımada bürünemedim.En kısa zamanda alışveriş yapmam lazım. Hem alışveriş yaptığımın ertesi günlerinde, kaç parça aldığıma bağlı olarak, inanılmaz mutlu ve heycanlı kalkıorum yataktan. Hani sabah saat 5te ders olsa kalkıp giderim o derece. Ama gel görki alışveriş yapmaya zamanım pek yok bu aralar. Hani limitini dolduırduğum kredi kartımın bu konuyla hiç bir alakası yok. Yine nası doldu anlamadım. Üstelik alışverişte yapmadım bu ay.. OOHH shiit demek istiyorum tam su noktada. Ama demeyeceğim. Küfür yakışmıyormuş benim ağzıma; says the boyfriend.
Dün bir arkadaşımla buluştum. Hani alışveriş yapmaya zamanım yoktu güya arkadaşla buluşmaya varmış diyeceksiniz. Demeyin. Nitekim 2 aydan beri görüşmeye çalışıyorduk kendisiyle. O mezun oldu 2 sene önce falan.olması gereken zamanda. Şimdi çalışıyor falan ama o da iş hayatını dert edinmiş kendine. Bitmeyen ücretsiz mesai saatleri falan. Ondaki mantalite şu 'Ben öyle kariyer insanı diilim, benim tek derdim normal saatlerde çalışıyım paramı alıyım, alışveriş yapiim, istemiyorum böle boş beleşe saat kavramı olmadan çalışmak'.
Sevdiğim bir arkadaşım ve aslında ne kadar kafası düzgün çalışan bir insan olduğunu bilmiyor olsam şuanda inanılmaz dalga geçerdim kendisiyle. Böyle düşünmeye başlayan insan daha mezun olmadan çalışmaya başlayıp, ideallerinin peşinden koşmaya pek bi hevesli olan bir arkadaştı üstelik. 'Kanka sen bile öyleyken, bu hale geldiysen, benim bunalımlarım neden sana batmakta' diyecektim. Demedim. Sustum. İki üç sarışınlık yaptım nitekim.

Neyse, daha bıraksalar çok saçmalarım ama madem uyandım bari 2. saate yetişiyim. Vicdanımı daha fazla oyalayamıorum. Şimdi çok alakasız olacak ama bu boş beleş yazıyı, yine aldığım ciddi kararlardan biriyle kapatmak istiyorum.
Ben artık pozitif enerjiyi arkadaş edinme kararı aldım.Daha çok olmadı ama dünden beri içimde böyle bir umut, mutluluk, kafamda bazı şeyleri çözdüğüm için bir rahatlama falan. Umarım bu şevkim hiç kaybolmaz. Ne yapmamız gerekiyorsa yapıcaz. Asla vazgeçmeyeceğiz. Bir gün bitecek nasılsa.Ve inanıyorumki; Herşeye rağmen hayat çok güzel ve giderek güzelleşecek.


Umuyorum ki yani. Hayır Hayır Evren sana sesleniyorum. BİTECEK dedim. Evrene mesaj gönderme olayını abartıp, biraz iş kiyafeti mi gidip alsam. Hani hiç bi masrafım yokmuş gibi bide onu mu denesem.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Dün çok Konuştum

Dün bir hocanın odasına e-book almak için gittim.Çok tatlıdır kendisi. Gördüğüm en iyi niyetli hocalardan birisidir. Hocanın iyiliğini kötüye kullanıp, derste saçma salak davranan insanlara sinirlenebilcek kadar çok seviyorum o hocayı. Neyse en son hocanın odasına gitmiştim.

Kapıdan girdim, bir baktım fosur fosur sigara içiyor odasında. Hemde çıkan yasayı pek sallamadan. Neden bilmiyorum çok hoşuma gitti bu durum. Flash diski verdim, bilgisayara bağladı, kimbilir ne sacma şeyler vardı o flash diskte, neyse hoca durdu bi 'Nasılsın' dedi sadece.
Cevabım beni bile korkuttu. 'I wanna kill myself'     'Kendimi öldürmek istiyorum'
Refleksif olarak çıktı bu cümle ağzımdan. Aslında ben dün çok mutluydum. İçim kıpır kıpır. Devamlı sacma salak gülüp kahkaha atıyordum artık evimden çok zaman geçirdiğim fakultemin önünde. Öyleki bir kaç arkadasım 'Ne çok konuştun be sus artık' bile dedi.
Hoca da sarsıldı tabi bu cevabımla..'Sit&talk' dedi. 'Otur&konuş' anlamında.
Ve ben o anda anladımki; sıkıntılarımı anadilimi geçtim, hatta anadilim gibi olan almancayıda geçtim, ingilizce bile anlatmakta sıkıntı yaşamıyorum.

Anlattım bende, madem ailem beni duymakta bu kadar zorlanmakta, hazır dinlemek isteyen birini bulmuşken, bıraktım kendimi. 'Bu bölümü seçmek hayatımın en büyük hatasıydı' dedim. Tabi ingilizce. İnanmayanlar için
'Choosing computer engineering is the biggest mistake that I have ever done in my life' Gramerde sıkıntı olabilir. Olsun. Hoca beni anladı.

Ailemin yaptığının tersine, benle mücadele etmedi hoca. Kabul etti. 'Olabilir' dedi. O anda ben durdum, ilk defa birini dinlemek için. Çünkü ne zaman bunu söylesem, insanlar ya ciddiye almamakta, ya da aslında ne kadar şanslı olduğumdan, aslında şımarıklık yaptığımdan bahsetmekte. Sonra hocam, benim canım hocam, hayatımda beni daha önce kimsenin ciddiye almadığı bu konuda, beni ciddiye aldı. Tüm olumsuzluklara rağmen, insana güç verecek bir konuşmaydı bu. Ve ben ilk defa dinledim birini, kendimi savunmak için kuşandığım silahları bir kenara bırakarak. İlk defa gerçekten dinledim. Sonra 'Ne yapmak istiyorsun?' dedi. Yapabileceklerimden ve hayallerimden bahsettim. İki secenekte birbirinden okadar alakasızki, kendimle çelişmiş bile olabilirim konuşurken. Olsun, hoca beni elinde sigarasi, yüzünde ufak bir tebessümle dinledi. Aşağılamadı. Ailemin yaptığı gibi, yapmak istediklerimden bahsederken, 'Kapasiteni boşa harcarsın' demedi. Sorusuna cevap verebildiğim, bu konuda söylecek bir şeylerim olduğu için beni tebrik etti hatta.
Konuşma böyle sürüp gitti, ve ben yine bir ilk'e imza atarak, hayatımdan bahsederken ve geleceğimi düşünürken, ağlamadım. Gözlerim bile dolmadı. O konuşma bana güç verdi, ilham verdi. Çünkü biri beni ciddiye aldı. Mutlu olabilmenin yolunu tamamanen bana göstermedi ama hafiften ışıklandırdı.
Kaldı ki; ben akademik hayatım dışında çok mutlu bir insanım.
Neyse, sonra bir kaç blog yazısı okudum. Yalnız olmadığımı gördüm. İdealler farklı olsada, benim yürüdüğüm yollardan geçmekte olan başkaları da var. Ben onlardan biraz daha fazla tökezliyorum sadece. Olsun. Sonunda o yol da bitecek ve kim ne kadar düşüp kalkmış, tökezlemiş önemli olmayacak.

Bu konuşmanın etkisi bende ne kadar sürer bilmiyorum. Bunalımlarıma geri dönmeden önce, kaç saat yada gün geçireceğim bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa, anafikri kaptıysam, bu yol bitecek iyi yada kötü. Şikayet etmeye devam ettiğimiz sürece zorlaşacak. Çevremizde şikayet eden barındırdığımız sürece daha da mutsuz olacağiz. Olumsuzluklardan, ufak mutluluklar çıkartmaya çalışmazsak iyice eziyet olacak.

O yüzden, sanırım ben hayata karşı duruşumu değiştirme kararı aldım hocanın bana ayırdığı yarım saat sayesinde. Ne kadar sürer bilmiyorum. Hem önemli bile değil. 3 saat sonra okula gittiğimde tamamen pesimist havama bürünmüşte olabilirim.

Ama önemli değil, çünkü biri beni ciddiye aldı sonunda. Biri benimle oturup konuştu. Aşağılamadan, yargılamadan, suçlamadan. Şikayetlerimin 'tembel öğrenci' şikayeti olmadığını anladı.
Evet dün biri beni ciddiye aldı sonunda.

23 Kasım 2010 Salı

Benim Karanlığım

Kötü bir rüya sonucunda uyandım.Öyle bir rüyaydı ki, kapkaranlık olan odama rağmen o gözlerimi tekrar kapatmak istemedim. Karanlıktan ölesiye korkuyor oluşum, rüyamın korkunçluğu yanında hiç kalır. Yani 11 saat uyumuş olmamın hiç bir etkisi yok gerçekten. Ben  33 saat uyuma yetenegine sahip bir insanım hem.
Geçen günde yine kötü bir rüyaydaydım. Uyanıp uyanıp ,gözlerimi kapattığım anda kendimi yine aynı rüyaya sıkışmış olarak buluyordum. Bilincime ahtapot gibi yapıştı, zihnimi örümcek gibi sardı o rüya. Ve ben bir türlü kurtulamadım. 4-5 kere 'Uyan-Nerde olduğunu hatırla-Gözlerini kapa-Yine aynı rüya-Uyan...'
Sanırım tekrar gerçekleşmesinden korktuğum için kapamadım o gözlerimi tekrardan. Çünkü bu sefer yalnızdım odamda.Ne sarılacak oyuncağım, ne de beni saracak biri vardı yanımda.

Karanlıktan ve rüyalarımdan korktuğum gibi, ben bazen yazamamaktan da korkuyorum. Öyle yazar olarak falan görmüorum kendimi, ya da olabilceğimi düşünmüyorum ilerde. Ama yinede kendimi ifade etme yetenegim bitecek bir gün diye ölesiye korkuyorum. Cümlelerim tükenecek, kelimeler düşman olacak diye. Başkalarının yazdıklarını keyifle değil de, kıskançlıkla okuyacağım diye korkuyorum. Aslında yazdığım konular hep aynı çoğu zaman. Ama cümleler bazen benzer olsada hep değişik. Hem ben hayatla başa çıkabilmek için de yazıyorum. Ya bir gün mücadele edemeyecek olursam. En korkuncu bu sanırım benim için.

Çıkmam lazım arada sırada kendi yarattığım bu çemberden yazabilmek için. İçimde çeşit çeşit karakter barındırıyorum ayrıca. Asabi, huysuz, üzgün, mutsuz, şımarık, sevimli, sevgiye muhtaç, komik. Her duygu, her sıfat can buluyor içimde. Son zamanlarda kendimi, farklı farklı mekanlarda, değişik ruh halleriyle hayal ediyorum. Bir gün yazamayacak olursam, öyle malzeme toplarım tekrardan dost olabilmek için kelimelerle diye. Hayat sadece benim yaşadıklarımdan ibaret değil biliyorum fakat yaşadıklarım sayesinde yorumlayabiliyorum şahit olduğum diğer hayatları.Ama şöylede bişi var, bendeki bu bilinçaltı olduğu sürece, cümlelerim hiç susmaz. Her rüya, ayrı bir mücadele çünkü benim için. Bazen tatlı, bazen zehirli. Yeteri kadar korktuğum zaman, hatta ağlayarak uyandığım zaman, şunu hatırlatıyorum kendime;

'Rüyalar bana ait, gözümü açtığım karanlık, benim karanlığım. Her sıfat, ayrı ayrı benim. Her kahkaha, benim. Akan her gözyaşı, içimdeki her ürperti, her zaman benim.'

22 Kasım 2010 Pazartesi

Tam yazacaktım

Yazmaya başladım demin. Satırlar akıp gitti, çoğaldıkça çoğaldılar. Sonra neden bilmiyorum 'CTRL+A' ve delete. Yazı mı olmadı yoksa olmayan ben miydim, bilmiyorum. Hem ben o yazdıklarımı aslında söylemiş oldum da siz okuyamadınız. Kısmet.

Fikrim geldi benim. Bir kitap fikri. Öyle blogta yazdıklarım çok önemliymiş gibi onları kitap haline getirmek değil de, üniversite hayatımı anlatan bir kitap. Sanırım ki, öyle bir kitap yazsam, kimse okumaz. Olsun ama ben yazdıklarımı söylemiş olurum en azından. Önemliymiş gibi. Peh demek istedim tam bu noktada. Peh!

Kimseyi suçlamaya gerek yok. Hem ben devamlı cevresindekileri suçlayan insanları hiç sevmem. 'Büyüyün arkadasım biraz, büyüyünde hatalarınızın sonuçlarına katlanmayı öğrenin, yada benden uzak durun.' Ben bir hata yaptım. Hata yaptığımı asla gizlemedim. Beni zorladılar demedim. Ben onları sadece bana inanmadıkları, ve hatamı düzeltmeme yardım etmedikleri için suçladım. Aile dediğin koruyup kollayacaksa önce inanacak sana. Eğer bir insan 2 sene boyunca aynı şeyi söylüyorsa ve sen inatla duymuyorsan, inanmıyorsan, o insan seni suçlar arkadaş. Aklının her köşesiyle seni suçlar ama kalbinin her zerresiyle susturur cümlelerini, yüzlemez seni.

Mezun olduğum zaman oturup sadece WoW, WarHammer gibi oyunlar oynamayı hayal ediyorum en az 3 ay boyunca. Öyle kutlama falan yapmaya gerek yok. Kep atmak bile istemiyorum hatta. İstediler diye devam ettim, ama bi kere daha mutlu olsunlar diye atmayacağım o kepi.

Ama belli mi olur? Belki oyun oynamak yerine oturup kitap yazarım. Sonra üzülürler diye her sayfasını yırtarım. Ben yinede yazmış olurum da kimse okumamış olur.

Olsun zaten ben tam da başka şeyler yazacaktım.

13 Kasım 2010 Cumartesi

Temizledim

Çekmece temizliği yaptım uyuyamayıp. Zaten topu topu bir çekmecem var benim, elime geçen her şeyi içine tıkıştırdığım. Bu yüzden biraz uzun sürdü çekmece sayısının azlığına rağmen. Olsun. Bide toz birikmiş, bütün o karmaşıklığın arasından sızmış, her şeyin en altında birikmiş.

Yazılarımı buldum. Sıkılıp sıkılıp yazdığım kağıtlar birikmiş, tomar olmuş. Okudum teker teker her cümlemi. Nelerden ilham aldığımı hatırlamaya çalıştım. Olmadı. Sanki başka biri, başka bir hayatta getirmiş o kelimeleri yan yana. İlk hayalkırıklığımdan sonra bir huy geliştirmiştim. Butun günlüklerimi yırtıp atmıştım en başta. Sadece ilk günlüğümü bırakmıştım. Çünkü o ilk günlüğüm sırasında 2 arkadaşımı kaybettim ben. Onların hatrına, onu bıraktım bir tek. O günden beri günlük tutmayı da bıraktım zaten. Yine de defterden koparılmış kağıtlara yazıp onları evin çeşitli köşelerine sakladım. Ama işte böyle karşıma çıktıklarında onları da yırtıp atıyorum. Belki de bu blogu açmamdaki en büyük neden buydu. Sadece 'Sil' butonuna basmak, o kagıtları yırtıp atmakla aynı hissiyatı vermiyor.

Sonra fotograflar çıktı karşıma eski zamanlardan kalan. Bazılarında mutluyum, bazılarında huysuz. Fotografları atmakta zorlanıyorum ben. Kendi görüntümün anılarından vazgeçemiyorum. Sanırım kendimi biraz seviyorum. Ama bir yerde onlardan da vazgeçmek gerekiyor. Çünkü yaşlanıyorum. Bakışlarıma çöküyor kırışıklıklarım. Bu yüzden Dünya umrumda değilmiş gibi güldüğüm fotograflara bakmak rahatsız ediyor. Hayatta aldatmanın, yalanın, ihanetin varlığına inanmadığım saf bakışlarımın somut halini görmek hoşuma gitmiyor. Çünkü o bakışların, bir adım sonrasında yaşadığım yenilgileri hatırlıyorum.Bu yüzden onları da yırtıp atıyorum. Sanal alemdeki fotograflarımdan vazgeçemiyorum bir tek. Çünkü ordada sadece 'Sil' butonuna basmak, ya da 'Etiketi kaldır' demek aynı hissiyatı vermiyor.

Hayatımın hiç bir dönemini, kendi aralarında karşılaştırmadan yaşamayı öğrendim ben, tıpkı hayatıma girip çıkan insanları birbirleriyle karşılaştırmadığım gibi. Her insanı ayrı ayrı seversin çünkü. Her insanla sende biraz farklılaşırsın. Değişimler geçirirsin karşındaki insanın yansımasında. Bu yüzden herkes, her anı eşsiz benim için. Bu yüzden vazgeçmekte kolay aslında. Çünkü an'lar değiştikçe, yeni mutluluklar ekleniyor insan yüreğine. Bir insan çıkıyorsa hayatından, mutlaka yenisi ekleniyor. Sen o insanla başka bir değişim geçiriyorsun böylece. Her birini, bir öncekinden daha çok seviyorsun. Kendini her birine, bir öncekinden daha çok veriyorsun. Dediğim odur ki  'Bir daha asla güvenmicem, sevmicem, kendimi açmayacağım.' cümleleri aslında büyük, boş bir yalan. Çünkü insan bünyesi bir yerden sonra ' Bunuda yaşadım ya, artık beni üzecek başka bir şey kalmadı.' demeye başlar. 'Bir daha sırlarımı açmayacağım en yakın arkadaşıma'. Açarsın, engel olamazsın. Çünkü eski yenilmişliklerini, yeni zaferlerle temizlemek istersin. 'Bir daha sevmeyeceğim bu kadar kimseyi'. Seversin. Hemde öyle bir seversinki, sen bile şaşırırsın. Eski ihanetlere inat, teslim olursun yine yeniden. Çünkü eski aldanmışlıklarına kanıtlamak istersin tekrardan delicesine mutlu olabileceğini.

Kısacası arada çekmece temizliği iyi geliyor bana. Sanki kendimi de temize çekiyorum. Sanki beni rahatsız eden ne varsa, onlarda çöp kutusuna gidiyor. Sadece şimdiki zaman kalıyor. Böylece Şimdi'ye sarılıyorum bütün her şeyimle.

Sonra...sonra ne mi oluyor? Sonra Şimdi'de eskiyor. Ama bazen öyle bir insan gelip sarıyorki seni, onunla eskiyor olmak seni mutlu eden tek şey oluyor.

12 Kasım 2010 Cuma

Bosverdim

Boşverdim su anda herşeyi. Yalan değil gerçekten boşverdim. Gizli gizli çalışmayacağım bunu söyledikten sonra. Sınavım çok kötü geçti diyip ortalamayı yükseltmeyeceğim. Sınavım gerçekten çok kötü geçecek. Ama boşwerdim.Uyuyacağım gönül rahatlığı ile. Hiç umurumda değil şu anda açıkcası. Nası bir kafa yaşıyorum bilemiyorum. Eğer çalışmaya çalışırsam, kendimi balkondan atacağım. Hayır kötü olan şey giriş katında oturuyoruz. Ölmem ama sakat kalırım, o daha buyuk sıkıntı. Bide sakat kendimle uğraşamam. Kafadan sakat olarak kalıyım bana o yeter.
Sevgili Topik arakadaşım demin beni  azad etti. 'Tamam lan özgürüm, özgürsün, özgür' (Evet evet 3 kişiyiz şuanda) O anda anlamı olmasa bile böle bir mutluluk kapladı ki içimi, inandım. Dedimki: 'Özgürüm lan'.
Yalandan kim ölmüş tabi.
Evet calışmıoruz çok mutluyuz. Evet çoğu zaman 'Ölelim be artık' diyoruz.

Ama sakat kalmayalım. Öleceksek toptan gidelim.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Ataturk

İlkokul birinci, sınıftayken, bir şiir yarışmasına  katılmıştım. Atatürk'le ilgili olacaktı bu yarışma. Ben sadece yazmıştım, hocam yani o zamanki gibi sölersem örtmenim( :) ), çok begenmişti o şiirimi. İstememiştim ama zorla sokmuştu o yarışmaya beni. 3. olmuştum. 'Altın sözler kitabı' kazanmıştım. Sanırım o zamandan bu zamana, sınav ödülleri olsun, yarışma ödülleri olsun en anlamlı kazandığım hediye oydu. Şimdi ise tozlu anılarımın arasından, kafiyesiz, uyaksız tamamen saf duygularla yazılmış şiirim:

KALBİMİZDE

Bir adam var duvarda, sarısın mavi gözlü
Geldi butun kötüleri öldürdü diyorlar.
Bize can verdi diyorlar.
İsmini öğrendim
Ona Atatürk diyorlar.
Tanışmak isteyince, tanıştırmıyorlar.
Atatürk öldü diyorlar.
Ölen insan resim cekip duvara asamaz diyince
İnanmıyorlar.
Ama hayır Atatürk yaşıyor.
Peki nerde?
Kalbimizde...

7 Kasım 2010 Pazar

Eve geldim ,Neyse Unuttum

Evet evet şimdi geldim eve. O kadar da geç değil saat. Eskiden, gençken, aman sabahlar olmasın. Biraz sarhoşum, biraz açım.Ama çok değil. Bir şeyler var dilimin ucunda. Söylemek istemiyorum aslında. Çok dramatik olacak. Yok yok açlığım değil dramatik olan, başka şeyler. Mesela;
Nasıl karar veriyoruz hayatımızı geçirmek istediğimiz insanı? Ben bunu sorguluorum su anda.

Annemle konuştuk bugun. Dediki; 'Hala dewam mı o cocukla?' 'Evet dedim her şey yolunda'.
Tabi klasik anne modeli daha da çok merak etti. 'Firste, ciddi mi düşünüosun yoksa sen?'.
Dedim: ' Anne daha 25 yasımdayım ne ciddi düşüncesi?'
Annemin cevabı bana çok koydu: ' Ablan 21 yaşındayken biliyodu!'

Bu cümlede beni rahatsız eden o kadar çok şey varki, sıralayamıyorum bile. Hani beni rahatsız eden sadece ablamla karşılaştırılmak mı, yoksa hayatımda ciddi kararlar almam gerekmesi mi?
Neden sadece AN'ı yaşayamıoruz?
Neden her zaman birileri, bizden kendi kafalarındaki soruları cevaplamamızı beklemekte?

Bir sevgilim vardı zamanında, mukemmel olan. Ama herşeyiyle mukemmel. Tek sorun biz hiç aşık olmadık birbirimize 2.5 senede. Sewdik sewmesine, ama böyle 'Senin için yakarım lan bu dunyayı' değildi işte. Ben onu istedim. O bana vermedi bunu. Bir tek o konuda mukemmel değildi. Zaten 2.5 sene ardından 3 haftada yeni sevgili buldu. Ben her zaman demiştim zaten: 'Sana iyi davranan bi kız olsun, Firste oluşumun hiç bi önemi yok, benim yoklugumu anında kapatırsın.' Kapattı da. Bu yuzden asla pişman olmadım o herşeyiyle mukemmel olan insanla ayrılmaktan. Herkes söyledi. 'Pişman olacaksın'. Hatta suanda benim sevgilim olan insan bile söyledi.'Pişman oluıcaksın firste' . Evet biz o zamanlar arkadastık, şimdiki sevgilimle.Ama olmadım, inadımdan da değil üstelik, yanlızca pişman olmadım. Bana ailem bile kızdı o ilişki bitince, bir tek annem anladı. 'Evet' dedi. 'Sen hiç aşık olmamıştın o çocuga zaten'
Ailenin diğer elemanları bunu anlamakta güçlük çekti tabi. Umrumda mı pek değil açıkcası.

Umursamadım çünkü ben bi karar verdiğim zaman, o karar her zaman dogru çıkıyor. Uzun zaman sürüyor o kararı almam ama yine de en dogrusu oluyor. Çünkü bana göre, belli etmesem bile, Benden Dogrusu Yok Arkadaş!

Ve bu geceye dönersek, insanları izledim uzun uzun. Yazıcak kız arayan gözü dönmüş erkekler, bu gece kimle eve gitsem diye aranan kızlar. Ve ben çok rahattım dans ederken, ilk defa -gerçekten- ne kadar boş butun bunlar dedim. Sonra O'na baktım. 'Nie devamlı bana bakıosun' diye kızdı, ama önemi yoktu.
Ona baktım çünkü, o anda başka kimse yoktu gözümde. Ona baktım cünkü, ondan başka bakacak biri yoktu benim Dunyamda.

Uçlarda yaşamayı seviyorum ben. Ama herşeyi, eğer ucunda ölüm tehlikesi yoksa. Normal olmasın, uçarı olsun birazda kaçarı. Ama yeterki normal olmasın. Normal olan seylerden sıkıldım ben cok uzun zaman önce.

Neyse;

Neden yazmaya başladım unuttum, hele hangi sosyal mesajı verecektim daha da cok unuttum.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Akşam Uyandım

Bugun ne kadar çok işim vardı, oysa ben akşam uyandım. Yataktan akşam çıktım. Nasılda güçsüzdüm bu gune başlamaya.Nasılda istemiyordum, uyanmak.Hala toparlayamadım gücümü, günün geri kalanını yaşayabilmek için.

Umursamamak istiyorum artık hayatımı. Zaten kendi hayatımda değil bu. Ne kadar tatlı geliyor her şeyi bırakıp gitmek. Ne kadar tatlı aslında umrumda olmayan şeylerle uğraşmayı bırakabilmek. Ama olmuyor. 6 senelik emek çöpe atılamıyor. Haydi son sene. Son bir kez. Dayanmak lazım. Ama aslında o kadar elden ayaktan kesilmiş durumda ve güvensizimki, bu zaman aralıgının sonunu bir türlü göremiyorum.

Bu bendeki duygu aynen şöyle; Hani delicesine bir şey istersiniz, mesela dışarı çıkmak. Butun plan aylar öncesinden bellidir.Ne giyeceginiz, ne takacagınız, ayakkabınız. İçiniz kıpır kıpırdır. Fakat ters bir şeyler vardır. İçten içe bilirsiniz, eğer bu kadar çok istiyorsanız bir şeyi, o mutlaka gerçekleşmeyecektir. Ve o akşamınızı evde oturarak geçirirsiniz sonuç olarak.
İşte benim önümdeki bu maratonda bana o hissi yaşatıyor. Sanki hiç bitmeyecek, hiç kurtulamayacağım. Ne kadar çabalarsam çabalayayım hep yerimde sayacagım sanki.
Oysaki geçiyor zaman gidiyor. Mesela ben 47 gündür içki içmemişim. Farkında bile değilim. 47 gündür yalnız yattığım her gece ağlayarak uyumuşum. 47 gündür gerçekten eğlenmemişim. Eğlenme isteği uçup gitmiş içimden. Çünkü biliyorumki, tatilde bile olsam, eğlendiğim her anın acısı benden çıkacak. Şimdi 1.5 ay kalmış, geçiçi özgürlüğüme. Ama öyle bir 1.5 ay ki, bu gun olduğu gibi, düşününce uyanmak istemiyorum.
Sonra sil baştan aynı terane, inanamasamda umuyorumki son kez.

Bizimkiler şimdiden hayaller kurmaya başladı. Babam beni yurtdışına yollama hevesinde 3. yabancı dilimi öğrenmem için. Eskiden bende isterdim gitmek, şu anda içimde hiç bir istek kalmadı. Bu arada babamda çalışmak istemiyor artık. Sabahları karşılaştığımızda ikimizin yüzünde de aynı tiksinmiş ifade oluyor. Ama oda kızını okutmak için daha bırakamaz işini. Üstüme gelmiyor ama gözümün içine bakıyor. O benim için çalışıyor, ben onun için okuyorum. Ama aslında sadece uyumak istiyorum. Rüyalarımda, hayatım çok güzel. Ama hep aynı şekilde bitiyor. Hep uyanıyorum. Annem ise seni şu firmaya sokarız, bu firmaya sokarız hesabında. Güle oynaya neşeli neşeli anlatıyor, mezuniyetimden sonra hayatımın nasıl olması gerektiğini. Ve ben sadece dinliyorum. Arada bir 'Hayır benim başka planlarım var.' diyecek oluyorum. Susuyorum. Anlatmaya bile gücüm yok. Bir yanım beni zamanında ciddiye alıp, hayatımın hatasını düzeltmeme yardım etmedikleri için nefret dolu. O yanımı hep susturmaya çalışıyorum. Çünkü onlarda zaten yeterince üzülüyorlar benim bu halimi görünce. Şeytan dürtüyor ama ben onları daha fazla üzmeye kıyamıyorum. Bazen dayanamayıp 'Hay kafama sıçıyım' diyorum yanlarında. Daha 'Haay' derken bile gözlerim doluyor. Yaşlar akıyor. Sonra duramıyorum yanlarında. Kalkıp odama gelip ağlıyorum.

Aslında bir çok kişiye göre ben sadece şımarık bir kızım. Her olanağa sahibim. Herşeyi yapabilirim eğer istersem. Ama istemiyorum işte. Sevmiyorum. Zorla sevdiremiyorum kendime hiç bir şeyi. Mesela babam okurken evlenmiş, bir yandan da çalışmış.Yinede o yoklukta ve daha ne sorumluluklar altındayken okulunu birincilikle bitirmiş. Ben babamın üniversite kuıpasından ne çay ne kahve içebiliyorum. Hatta dokunamıyorum bile. Rafta görünce gözlerimi kaçırıyorum.

Evdeki sessiz hallerim, hırçınlığım, agresifliğim bu yüzden. Öyle olunca yaklaşmıyorlar bana. Bende gözlerimi kaçırmak zorunda kalmıyorum devamlı. O kupayı da dolabın bir köşesine sakladım zaten.
Ben başarısızlığa alışık bir insan olmadım hiç. Ne istediysem başardım. Hep imrenerek bakardı arkadaşlarım bana. Sonra bir yanlış seçim, şimdi bir bataklıktayım, çabaladıkça daha çok batıyorum.

Butun mutsuzluğumun temelinde bu var;
'Ben başarısız olmaya alışamadım. Ben başarısız olmayı kendime yediremedim.'