Bana uyacak bir marilyn monroe resmi yok! Yettiği kadar


3 Mart 2011 Perşembe

HERKESE DUYURULUR, YENİ ADRESİM

Evet bunu yaptım sonunda gittim kendime alan adı aldım, artık orda devame deceğim nitekim şu yasaklanma yüzünden siz farkında değildiniz ama ben krizlere girdim. Şimdi sıkıysa kapasınlar bakalım.

YENİ BLOGUM (Tıklamanız yeter) Burdaki eski yazılarımıda oraya import etmiş durumdayım. Ayrıca takip etmek isterseniz, blogspottaki aynı izleme sistemi google friend connect orda da bulunmakta, bir tıklamanız yeterli.
Hatta eğer izlediğiniz bloglara direk URL ekle diyerek benim yeni blogun URL adresini copy/paste yaparsanız, sizin için bir şey değişeceğini sanmıorum. Direk oraya yönlenmiş olursunuz gibi gibi geliyor bana. Ama bilemem tabi.

Şimdilik tek derdim müdavimi olduğum yazarların bloglarını takip edemiyor oluşum, nitekim sağ tarafta  oluşturduğumj izlediğim bloglar listesini nasıl yapacağımı, yeni blogta çözememiş bulunmaktayım. Ama gün doğmadan neler doğar değil mi?

http://www.senondengitbengeliyorum.com/

He aklıma gelmişken söyliyim eger beni ordanda takip ederseniz, direk ordan size tıklayarak bloglarınıza ulaşabilirim. Sizleri okumak benim için önemli o yuzden umarım yaparsınız. Şimdiden teşekkürler

28 Şubat 2011 Pazartesi

Bir sorun var, Anlamadım

Evet buraya kadar ilerlemiş olmam bile beni sevindiriyor suanda. Son bi kaç gündür bloguma ulaşamıyor olmak beni fena halde sinirlendiriyordu. Hala Blog sayfama ulaşamadım, anca kumanda paneli. Haliyle ders kitapları dışında okumaya zaman ayırabildiğim blog yazarlarını takip edemiyor olmak, hayatımda eksiklik yaratmadı değil. Meğer ben ne kadar bağlanmışım blog olayına. Hala kendime kızıyorum, yazılarımı bilgisayarımda saklamadığım için, eğer sorunu çözemessem oturup hüngür hüngür ağlayabilirim.Neyse..

Bazı uzak var insanlar var bize. 2-3 kelime konuşup yanlarından geçip gittiğimiz. Bizde daha fazlası değiliz onlar için. Kötü bir şey olarak söylemiyorum bunu. Herkes yapmış çevresini artık. Düzenini kurmuş. Mezun olduktan sonra görüşecekleri insanlar belli. Güya tabi. Herkes benim olduğum kadar şanslı olmayabilir. Ben bilemem. Sonra bir şey oluyor, bu uzak insanlardan biri, size kendini yakın hissettiğini söylüyor. Kendini paylaşıyor. En önemlisi, çevrenizde kimsenin sizi önemsemediği bir konuda, sizin fikrinizi soruyor. İsmi bende saklı. Benle paylaştığı satırlar, kendi satırlarımdan daha önemli benim için. Benim hakkımda o kadar çok kötü düşünen insan olmasına, çeşitli çirkin sıfatları bana yakıştırmalarına, ve beni ciddiye almamalarına rağmen, kendime bu kadar özel hissettirilmeyi hakedicek ne yaptığımı soruyorum, 24 saati aşan bir zamandır. Ve evet hepimiz birbirimizin yüzüne gülüp arkasından konuşmaya çok alıştık, bu insanların varlığından haberdarım. Ben ne yapsam da, insanlar çamur atmaktan vazgeçmeyecekler. Zaten ben hiç bir zaman insanların benim hakkımda ne düşündüğünü kafama takmadım. Çünkü ne yaparsanız yapın bu Dünya'da Meryem Ana'ya bile çamur atabilcek insanlar var.

Düşünüyorum ben hala o satırları. Bazen, kendimizi olabildiğince yalnız hissederiz. Kimse anlamıyor, kimse bizim yaşadıklarımızı yaşamıyor sanıyoruz. Dostlarımızla farklılıklarımızı düşünüyoruz. Sonra bir şey oluyor, ve insanların aslında ne kadar benzer olduğunu farkediyoruz. O satırları ben yazmadım ama, o satırlardaki duyguları yaşadığım zamanlar vardı benimde. Sanki tekrardan nefes almayı başaramayacağımı düşündüğüm zamanlar. Kendimi çaresiz hissettiğim zamanlar vardı. İnsanlar bizim onlara izin verdiğimiz kadar bizi üzebilirler. Öğrendim. Yine de uygulayamadığım zamanlar, saçma bir kelime yüzünden sabahlara kadar ağladığım geceler de oluyor. Ben bir tek kendimin bu kadar çok etkilendiğini sanırdım. Çünkü çevremdeki herkes 'Boşwer' 'Unutursun' 'Üzüldüğün şeye bak' tarzında cümleler kurdular destek kurmak adına. Bir kişi bile çıkıp bana demedi, 'Ağla ölene kadar ağla, at içinden, kendini duvarlara çarp, atlatmana yardım edecekse çıkma o yataktan aylar boyunca' demedi. Benim üzüldüğüm kadar kimse üzülmez, benim sevdiğim kadar kimse sevmez diye düşündüm hep. Herkes çok güçlü çünkü. Herkes kendi dünyasında birer Tanrı/Tanrıça. Kimse sarsamaz onları. Bütün acılarını unutur insanlar 1 saat, 1 gün içinde. Kimse benim kadar saplanıp kalmaz geçmişine. Sandım.

Ben hiç kimseyim aslında uzun zamandır. Şikayet etmekten başka bir şey yapmayan, işe yaramayan, ilgisi olması gereken şeylere kafa bile yormayan, tek derdi para harcamak ve eğlenmek olarak gözüken bir tüketiciyim sadece. Kendimi kanıtladığım, elle tutulur bir başarısı olmayan. Eski başarıları çoktan zaman aşımına uğrayıp solmuş olan biriyim. Vasfım pek yok. Bu kadarım ben bu aralar. Kendine güveni sıfır olan bir hiç kimse.

Okur mu okumaz mı bu yazıyı bilmiyorum. İki durumda da ben teşekkür ederim kendisine. Yaptığı hiç önemli değildi belki ona göre. Sadece paylaşmak istemişti belki de onun hayatının ayrıntılarını bilmeyen biriyle. Her zaman en kolay tanımadıklarımıza anlatırız çünkü sırlarımız. Butun bu takma isimlerin nedeni de bu zaten. Ama kendimi önemli hissettirdi. Bir 10 dakikalığına kendimi bir şey olarak hissettim, hiç bir şey yerine. Çok teşekkür ederim beklenmeyen bu yakınlık, tanıdıklık, samimiyet için. Umarım herkes istediklerine ve dilediklerine ulaşır. İlla optimist olmaya gerek yok, 'Hayırlısı' diyip, yoluna devam eden pesimistlerden de olabiliriz. Bir de resimki, umut versin diye.

Ps: Blogumdan uzak kalınca yine paslanmışım, cümlelerimin çoğu birbirini tamamlamayan bir anlam karmaşası yaratmakta. Kusura bakmayın artık.

26 Şubat 2011 Cumartesi

Huu :((

Bloguma giremiyorum! Sinir stres katsayim baya bir artmis durumda. Telefondaki applicationdan(uygulama) oldugu kadar!! :((
Topik coktan sizdi yanimda. Aylo diger odada. Konustuk yine her zaman yaptigimiz gibi, birbirimizden ne kadar farkliyiz daha da hissettik. Aslinda yazacak cok seyim var kelimelere dokemedigim. Daha onceden bu kadar kitlenmis miydim, kendimi bu kadar aciz hissetmis miydim bilmiorum.
4 saat sonra uyanacagim Bilmok'te gorewliyim cunku. Bu sene bizim okulda gerceklesiyor bu olay. Bu geceki eglencede tamamen milleti costurmaya oynadik Topikle. Sevgililerimiz mi? Onlar yorgun, onlar ailesiyle, onlarin isleri var.
Biz oncelikli degiliz pek.
Bir suru insanla iletisim halindeydim bu aksam. Guzeldi ayrica. Eglenmek bizim isimiz. Eglendirmek bizim. Sarisiniz en nihayetinde dogal yada sahte. Sarisiniz ve bilgisayar muhendisligi ogrencisiyiz. Ama ikincisinin pek bir onemi yok sanirim bu durumda.
Cok karisigim su anda her konuyla ilgili. Mesela kafamda su anda olan soru su;
5 duble raki icmeme ragmen 15 cm topuklu ayakkabi ustunde durabilmeme neden sasirdi bolum arkadaslarim?
Nedir yani?
Tamam sacma sapan konusmus olabilirim ki, bu gece sacmaladigim gecelerden degildi, ama neden bu kadar sasirdilar?
Anlamadim ben.
Hayatimda olup biten bir cok seyi anlamadigim gibi.
Huu :(
Edebi olamiorum su anda. Zaten blogspot'tada bi problem var.
Ay law may Ayfon!

- Posted using BlogPress from my iPhone

25 Şubat 2011 Cuma

En yakınımızdakiler..

Monoton olan hayatlarımız ne kadar da olağandışı aslında. En yakınımızdakiler en çok sevdiklerimizdir her zaman. Annemizle kavga etsek, ilk fırsatta ona gider sarılırız, unutur söylediklerimizi hemen açar kollarını. Babamızla tartışsak, tökezlediğimizde, işin içinden çıkamadığımızda hemen gidip ona danışırız. Unutur bütün nankörlüklerimizi. Akıl verir, 'Ne halin varsa gör 1 saat önce çok biliyodun hayatı, kendin çık işin içinden' demez.

Sonra arkadaşlarımız vardır. En sevdiklerimizden. En yakınımıza alırız onlarıda. Aile sayarız bir nevi. Annemizin, babamızın bilmediği ayrıntıları fısıldarız usulca hiç çekinmeden. Sonra kafamız atar bazı şeylere. İnsan hep en çok en yakınındakiler saldırır ilk önce. Çünkü bilir, en çok sevdiklerimiz terketmez bizi. Bu düşünceden cesaretleniriz. En ufak hatalarını, asıl kafamızı bozan şeyi çözemediğimizden, büyütür büyütürüz içimizde. Hıncımızı onlardan çıkarmaya çalışırız. Kırılmazlar bize biliriz. Kişisel algılamazlar. Ailemiz nasıl bizi terketmiyorsa, onlarda terketmez biliriz. Gerçek dostluklarımızın, en büyük sınavıdır o dönemler. Açıklasınlar istemeyiz büyüttüğümüz hatalarını. Mantıklı ya da mantıksız ne neden varsa ortada, dinlemeyiz. Tıkarız kulaklarımızı.

Fakat bazen, öyle bir an gelirki, amacını aşan cümleler kurarız. Biz anlamak istemeyiz o zamanlarda onları. Onlar bizi anlasın isteriz. Biz anlamak istemeyiz aslında onları o sırada ne kadar kırıyor olduğumuzu. Bir cümlemizi bile sabaha kadar düşüneceklerini, bizim gel-gitlerimizin onların kafalarında ne kadar dönüp dolaştığını anlamak istemeyiz. Anlasınlar isteriz hep saldırılarımızın nedenlerini. Mantıksız olsak bile görsünler neler olduğunu. Olmadık şeyler söyleriz, haksız suçlamalarda bulunuruz. Ailemize yaptığımız nankörlüğün başka bir versiyonu olur bu tepkilerimiz.

Ama insanoğlu telepatik değil daha gelişen teknolojiye rağmen. Zaten zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin, insan ilişkilerinde teknoloji söz konusu değil. 500 sene önce insanlar neden kavga ediyorsa, bizde şimdi aynı nedenlerden tartışıyoruz çevremizdekilerle. İnsanlar birbirlerini 500 sene önce nasıl seviyorsa, bizde öyle seviyoruz 21. yüzyılda hala. Erkekler hala çiçek alıyor sevdiğine. Kadınlar hala kıskanıyor erkeklerini, diğer kadınlardan. Hala seviyor/sevmiyor oyunu oynuoruz. Kırlar yerine beton binalar arasında. Sadece yaşadığımız yerler, kullandığımız aletler değişiyor. İnsanoğlu duyguları hep aynı kalıyor.

Lakin, en sevdiklerimizi kırdığımız her an hem bizden hem onlardan bir şeyler kaybediyoruz aslında. Edilen sözler öyle kolay unutulmuyor çoğu zaman. Biz öyleymiş gibi davranıyoruz. Yeri geliyor aynı kandan gelen kardeşler bile küsüyor. Hayat işte, her şey mümkün aslında. Bozulmaz dediğimiz arkadaşlıklar bile o kadar kırılganki. Hem bir insanı kaybetmek, aslında bir mum söndürmek kadar kolay. Hırsımızdan farkedemiyoruz. 'Püf de' geçsin.

Kim bilir kaç insanı istemeden kırdım ben bu hayatta. Bazılarını hala farketmemiş olabilirim ve benimde dostluklarımda, aşk hayatında o kadar çok kırıldığım an olduki. Hepsi yanıma kalan kar olarak bakmayı da öğrendim üstelik. İnsanlar istemeden kırmış olsa da, bazı cümleler varki insanın hayatında iz bırakıyor. Mesela eski bir erkek arkadasım bundan tam 9 sene önce 'Seni artık kardeşim gibi seviyorum' demişti. 2 gün sonrada bana olan aşkından bahsetmeye başlamıştı. O cümle çok yaralamıştı beni. İçimdeki bütün duyguları yok etmişti. Bitmişti yani. Olmamıştı yeniden. Olamazdı. Çünkü sınırını çokca aşmıştı.

Biraz önce de bir cümle duydum benimle ilgili. Üstelik bana bile söylenmemiş. Başka bir arkadaşımla sorunu olan başka bir arkadaşım hıncını alamayıp gayet alakasız olarak 'Firstee de beni sadece işi düşünce arasın başka zaman aramasın' demiş. Nasıl kırıldığımı, ne kadar incindiğimi anlatamam şu anda. Üstelik bunu diyen insan, 'İstediğin zamana aramadan gel, nerde olduğumu biliyorsun (genellikle ev hep ev hemde), başımın üstünde yerin var, benim olan senindir' dediğim bir insan. Hayatımın nasıl geçtiğini, benim neler yaptığımı, nelerle mücadele ettiğimi, saçma sapan bir muhabbet yaparken kafamda neler olup bittiğini, gülerken bir anda ağlamaya başladığımı, sosyal olarak bu aralar problemli olduğumu bilen en iyi insanlardan birisi. Ve kişisel algılamıyorum. Söylerken 1 sn. bile durup düşünmediğini biliyorum. Kafasında sinir krizi geçirmesine sebep olacak kesin başka bir şey vardır diyorum. Ama yine de kendimi alamıyorum, acaba bunu düşündürtecek ne yaptım diye. Acaba bu izlenimi nasıl yarattım? Sadece hıncını çıkartmak için saldırdığını biliyorum, ama yine de diyorum. İnsan ne kadar sinirli, kırgın, asabi, isyankar olursa olsun hiç düşünmediği, aklının ucundan geçmeyen bir şey söylemez. Yapamaz yani. Aklında hiç olmayan bir şey, en sinirli olduğunda anda insanın aklına gelmez. Mutlaka bunu düşündürten bir şey olmuştur. Ama ne? Ben ne yapmış olabilirim?
Hatta ben ne yaptımda bu cümleyi hakettim? Haketmedim, başka bir arkadaşımda ona söylenen şeyleri haketmedi bu gece. Maruz kaldığı davranışı haketmedi. Bana göre tabi bu. Bazı insanlar için arkadaşlığı bitirme sebebi olabilir. Tanıyamıyorum artık insanları. Her şey mümkün diyorum.

Hem ne kadar kolay insanları kaybetmek, mum üfler gibi. 'Püf de' geçsin. O mum söndürülür, ve biz karanlıkta beraber kalırız. Peki karanlıkta kalıp, yanındakilerin varlığıyla korkmuyorsan eğer, ne gerek var en yakınındakileri bu kadar üzmeye ve kırmaya?
Kavga ederiz, püf deriz, her yer karanlık olur, ışıklar geldiğinde yine sarılırız. Ama madem böyle olacak, o zaman ne gerek var?

23 Şubat 2011 Çarşamba

Falan falan filan

efet yeni bir gun başladı gibi oldu sonra uykuya aldım günü, ama artık kesin olarak başlamış bulunmakta.Okula gideceğim, ayrıca kavitasyon zımpırtısına da gittim. O üstümde dolaşan aletin beni zayıflatacağına inanmasamda devamlı yeni seanslar almak istiorum. Yazık babacığıma. Kendimi tutmanın limitindeyim. Ben kendi paramı kazanınca sanırım 1 gunde bitireceğim maaşı. Bana yalan 'İnsan kendi parasını harcayamazmış' düşüncesi.
Bir de ilk maaşımla laser epilasyon hayallerim var. Daha önceden gittim ama sarısın ve beyaz tenli olduğum için hiç bir işe yaramadı bende. Boşa giden para oldu. Ama akıllanmadım sanırsam.

Neyse dün yazdığım yazılara hiç yorum gelmemiş. Okuyan var mı yok mu bilmiyorum. Ama ben üzülüorum öyle olunca. Hani eften püften şeyler yazsam bile birileri önem versin istiorum nieyse. Yorum yapınca insanlar nolucaksa. Ama tek mutluluğum bu işte. Okula verdiğim fazladan 1 kredi isteyen dilekçemin kabul olup olmayacağınıda çok merak ediorum. Hatta ölüccem meraktan. Ve bü yüzden uyumak istiorum. Bir an önce nolucaksa olsun hesabı.

Bide yaz gelsin istiyorum artık. Daha 3. hafta aslında genelde 6.-7. hafta gibi olurdu bu istek içimde. Bitirme yaptığım hoca dünkü durgunluğuma baya bir şaşırdı görüşmede. 'Bukadar bırakma kendini, insanaların seni bu kadar etkilemesine izin verme' falan dedi. Üzüldü sanırım. İnsanların beni etkilemesine izin vermemeyi başarsam hayatın sırrını çözmüş olacağım zaten. Hihooo falan diye 2-3 sebeklik yapıp terkettim odasını. Ben en çok ciddiye aldığım şeyleri, ciddiye almıyormuş gibi davranmayı seviyorum sanırım.

Kafam çok karışık bu aralar okuldan bağımsız olarak. Evet onun dışında da kafa yorduğum şeyler var yani. İçimde patlamaya hazır bi volkan var sanki. Tutuyorum tutuyorum gülüp geçiorum. Kötü günler, kavgalar, çığlıklar yaşanmamış gibi davranıorum. Beni tek mutlu eden insanın, beni bu kadar mutsuz etme gücüne sahip olmasından hoşlanmıyorum. Ama napiyim. Sanırım tuzu biberi dedikleri bu olsa gerek. Son olarak yaşadığımız kavga biraz fazla tuzlu biberliydi. Baharatlıydı bide. Ağzım dilim boğazım yandı. Nefret ediyorum onunla kavga etmekten. Ama oluyor işte. 3-5 ayda bir oluyor. Olsun zaten arada iidir rahatlamak adına ama ben pek rahatlayamıorum işte :( (üzgün surat hüüü)

Neyse ben yine geç kalıyorum derse. Biliyorum bu yazımda kendi kendine günlük kıvamında bir yazı. Okuyan olur mu orası meçhul. Blogumda tek başımayım. Aslında ordasınız biliyorum ama azıcık trip atmak istedim.

22 Şubat 2011 Salı

Hoşgeldin Yeğen

Hoşgeldin Yeğen, lahmacun fazla geldi var mı yiyen?

Saçmalamak istiyorum yine. Düşüncelerime rağmen komik bir yazı olsun istiyorum. Hem hep en çok gülenler, aslında en çok ağlayanlardır dimi?

Çok güldüm kesin çok ağlıcam...   gibi gibi

Sevgililer gününde hediye gelen çiçeklerin suyu renk değiştirdi. Sanırım çeşitli mikroorganizmalara ev sahipliği yapmakta o su. Fakat ben inatla o suyu boşlatmıorum. Bulanık bulanık bana bakıo masamın üstünde. Aslında bişi de itiraf edicem ben kurumuş gül kokusundan da hiç hoşlanmam. Ama yapılan bir süprize asla böyle bir tepki verilmemeli bana göre. Ayıptır.

Annem yok 2 gün evde, ablamda kalacakmış. Keşke babamda kalsaydı ama 'küçük kızımı yalnız bırakmıyım' modunda. Tabiki ben diyemiorum 'Evde yalnızken daha mutlu ve huzurluyum babacım lütfen sen de git' diye. Bana göre bu da ayıptır. Hem üzülebilir. Ne gerek var babişi üzmeye. İşin kötü olan yanı ise yemek hazırlamam lazım çünkü benim babişim dışardan sipariş yemez. Bide sıkılıp sıkılıp bana sarıcak. 'Nie mutsuzsun, nie odandan çıkmıyosun, gel beraber maç izleyelim' gibisinden. Gerçi bu akşam maç var mı yok mu bilmiorum ama olsa kesin derdi. Çünkü ben bir erkek çocuğuyum ona göre. Gerçi Allah kime erkek çocuk vermeyeceğini iyi biliyor. Erkek olsaydım, bir ipte 2 cambaz oynamaz misali, haftalık olarak babamla birbirimize girebilirdik. Şimdi babamda saçlarını kestirmeye gitti. Ha bu arada benim babişim keldir. Azıcık bişi vardır ama çok uzamışlar rahatsız oluyormuş. Neyse, hadi başka bi konuda saçmalıyım artık.

Spor üyeliğimi yeniletmemeye karar verdim bugun itibariyle. sabah 9 akşam 18 ders programına sahipken spora gidebilmem pek olası değil. Zaten bitkin ve bunalmış olan ruhumdan dolayı bünyemde devamlı yorgun olduğu için, gitmeyeceksem boşu boşuna para vermeye gerek yok. Haziran gibi işala tekrardan üye olurum. Spor salonu kaçmıyo ya..

Kredi kartı limitimi yine doldurmuşum. 20 milyon bile çekmedi. 20 milyona ne alıcaktın derseniz; Laptopuma sticker alcaktım. Evet cok gerekli. İnanılmaz hemde. Bide bu ay ne harcadığım konusunda hiç bir fikrim yok. Nays oldu tam. Üstelik makyaj malzemesi ve parfüm alışveriş zamanımda gelmişti. Sıkıntı oldu bu durum. İnternetten alışveriş olayı yüzünden batıcam yakında. Batan ben olmıcam tabi. En nihayetinde üretici değil sadece tüketici olan bir vasfım var şu dünya üstünde. Bir işe de yaramıyorum ayrıca. 10 parmağımda 10 marifet falan yalan yani. 1 parmağımda olsa, amenna diyeceğim. (Amenna ne ya?)

Neyse cuma günüm boş olsa bile haftanın 9-18 programına sahip diğer günleri benim için tam bir ölüm. Sıyırcam yakında. Üstelik daha 3. hafta, geriye kaldı 11 hafta. Ha bu arada yarında kavitasyon/kativasyon (nasıl yazıldığını imkani yok öğrenemiorum) olayına başlıyorum. 3 ay boyunca gideceğim. Ama çok ucuza kapattım o olayı. Umarım bana fazla ama diğer insanlara zayıf gelen kilolarım beynimden gitmez. Dahada aptallaşırsam bu okul sittin sene bitmez. Zaten ben 45 kiloykende 42 kilo olmaya çalışıodum. Orda burda bayılmaya başlayınca vazgeçmiştim. Çok seviyodum kendimi o zamanlar. Şimdi bana 'Zayıfsın manyak mısın öle şeylere gidiosun' diyen insanlara kafa göz dalmak istiyorum. Nerden biliosun? Belki gizli şişkoyum ben. Çıplak mı gördün beni de konuşuosun. Hayır görmedin ben söyliim. Sus konuşma o zaman. Gidiosak bi sebebi var heralde. Ben yeniden 26 beden pantalonlarımı giymek istiorum belki. Kıyamıorum atamıorum işte. Sananey!

Ha bu arada manyak manyak şeyler yapıorum bazen. Sevgilinin ex'lerini çeşitli sosyal ağlarda aratıp nası bişimiş diye bakmak başka, ex sevgilinin ex'ini aratıp bakmak başka. Olmaz ama. Ex'lerimi  aramam ama hiç bi yerde. O kadar düşmedik nan daha. Sıkıntıdan sanırım. Hyr bakınca noluosa, el falan da sallasan gözükmez karşı taraftan. Öyle bazen geliolar. Sonra gidiolar bazen kalıolar. Yine gidip gidip geliyolar.
Ay kendimi kesicem şimdi. Ayyh!

Öyle yani. Oh be rahatladım gibi gibi sanki.
Çok rahatladım kesin çok darlanıcam.
Dırıdııımmmmmmm tııssssss
Dımdım cıkı cıkı tıssssssss

Son'lar


Neden son sigaranin son son nefesi bu kadar onemli bizim icin? Ilk paket actigimiz an aslinda ne kadar degersiz o 20 dal. Yakip yakip atabilioruz. Sonra son sigara geliyor. Yaktigimizda hic bitmeyecekmis gibi geliyor. Sonra elimizde bir fitil kaliyor ve biz onu atmaya bile korkuyoruz. Son cunku O. Ona muhtaciz aslinda, birakamiyoruz oyle kolayca o ilk 19 sigarayi biraktigimiz gibi. Aslinda sigara da degil olay ya neyse..

Neden kaybetme korkusu yasamadan uzulemioruz? Illa 'ayrilik' kelimesi mi bizi getiriyor kendimize. Neden Son'lar bu kadar kiymetli? Neden mutlu anlarimizda kirmak, uzmek bu kadar kolay? Son ana kadar farkedemiyoruz kayiplarimizi, kaybedeceklerimizi. Hani buyumustuk biz? Hani bilirdik kaybetmenin anlamini? Pisman olacagimiz sozler soyledigimizi neden hep en son anda farkediyoruz? Bastan alsak, bastan konussak davranmanayacagiz belki de bu kadar saldirgan. Ama olmuyor iste. Insanoglu hic bilmiyor. Elindekini kaybetme korkusu yasamadan ogrenemiyor. Son sigara oldugunu anlamadan, kiymet veremiyor o dumana. Unutulan Ilk'ler var coktan. Kiymetsiz olmuslar bile.
Ama Son'lar hep cok degerli. O Son'lar o kadar uzuyorki bizi, butun gecmisimiz yokoluyor sanki. Butun cekilen ilk acilar, ilk kavgalar, ilk deneyimler onemsizlesiyor. Bir Son kaliyor bizden iceriye.

Hepsi gecmis gitmis bir tek o son cumleler var aklimizda. Son sigara, son ayrilik, son barisma. Son cunku O. Ondan oncesi de yok artik, sonrasi da yok. Adi ustunde Son cunku O.

- Posted using BlogPress from my iPhone

21 Şubat 2011 Pazartesi

Karar veremedim

Herkes mukemmel, herkes kusursuz. Biri bildiginiz en buyuk dahiden daha dahi, digeri daglari delmis. Bir baskasi Dunya'yi dondururken, arkadasi uzaydan bakiyor evrene. Herkes basarmis hayallerini, herkes kendi hedeflerinin zirvesinde. Kimisi milyonlara duyuruyor sesini, kimisi onbinleri pesinden surukluyor. Birisi ise dunyanin merkezine tunel kazmis. Kimse kimseyi oldurmemis, kiskanmamis, kimse kimseye ihanet etmemis. Kimse bir baskasinin basarisina goz dikmiyor ustelik. Ihtiyac yok cunku, herkes basli basina bir basari oykusu. Baktiginizda bu boyle.

Sonra..

Herkes siradan, herkes nefes almaya calisiyor. Kimse ulasamamis hayallerine yasam mucadelesi vermekten. Bir firtinada suruklenmeye baslamislar, kendilerini durdurmaktan aciz kalmislar. Bu Dunya'da herkes kirmis birbirini, herkes kiskanmis, kimse bir baskasinin iyiligini dusunmemis. Kimse hedeflerine ulasamamis, dediklerini yapamamis. Dunya donerken sadece seyretmis neler olup bittigini. Kimisi camur atmis arkadasina, kimisi baskasinin basarisini kendine mál etmis kendi acizliginden.

Bense oldugum yerde dururken, donmus Dunya baska bir gun olmus. Ve ben bugun hangisi olmak istedigime karar verememisim.

Hic bir sey, hic kimse olmak istemisim sadece.
Ne mukemmel, ne siradan.


17 Şubat 2011 Perşembe

Been There, Rocked that..but its gone now.

Kendimi uyuşturu bağımlıları gibi hissediyorum. Sadece kendim için değil bu hissiyatım. Tabi bu duyguyu sadece okuduğum kitaplardan ve izlediğim filmlerden biliyorum yada bildiğimi sanıyorum. O filmlerde ve kitaplarda, bağımlıların dostlukları normalde bulabilceğiniz gibi dostluklar değildir. Eğer cebinizde mal varsa sizinle ölüme bile gelirler, yoksa sizi satabilirler bile para karşılığı. Dostluğun sınırı olmadığı gibi ihanetin de sınırı yoktur o hikayelerde. Sonra ölmeye başlarlar yawas yawas. Bırakan şanslı 1-2, belki yaşar belki yaşamaz. Belki tekrar başlar.

Bende kendimi öyle hissediyorum. Dedim zaten. Üniversitenin ilk yılları, yeni kazanılmış bir özgürlük. Artık izin almadan evden dışarı çıkmak. Haber vermen yeter, izin almadan kalman istediğin arkadaşında kalabilmek. İstediğin kadar harcaman, istediğin kadar içmen, istediğin kadar insanla konuşman, istediğin kadar eğlenmen. Öyle bir yanılsama ki bu, hayatının kontrolu sende sanıyorsun. Tıpkı her bağımlının 'İstediğim anda bırakırım' demesi gibi. Hangi sınavlara çalışmadığımı, sırf akşamdan kalma olduğum için kaç sınava kalkıp gitmediğimin sayısını unuttum çoktan. Unutmadıklarım o beraber zaman geçirdiğim insanlar. İstanbul'u salladım ben. Salladık. İstanbul benim oldu, bize yenik düştü. Fazla alkolden hastaneye gidip serum yemek komik bir olaydı bizim için o zamanlar.
-'Abi dün akşam yine hastanedeydik hauehehuuedheu'
-'Bu gece hastaneden loca ayırtalım bari, her hafta birini taşıoruz ehueheueh'
-'Aynen kanka hehuehe'
Gibi, gibi.
Sonra eğlendiğim her anın acısı benden çıkmaya başladı. Nasılki uyuşturucu, vücudu yavas yavas çürütüyorsa, yaşadığımız o hayatta bizi tüketmeye başladı. Daha doğrusu beni. Ben toparlayamadım. Sonra ben öldüm. İnsanlar toparladılar kendilerini. Ben tekrardan yaşama dönmeye çalışırken, onlar çoktan devam ettiler hayatlarına. Hatta yeni hayatlar kurdular kendilerine. Büyüdük kısaca. Geçirdiğimiz hatırlamadığımız gecelerden sonra, birbirimizi kahkahalarla arayıp 'Noldu ?' diye çözmeye çalışırken, artık utanarak aramaya başladık. İçip içip saçmalayan insanlara, aşağılayan gözlerle 'Hala öğrenemedin mi içmesini?' der olduk.

Bir tek ben hapsoldum bu döngüde. Eskisi gibi eğleniyor, hiç bir şey umrum değil olsam, zaten böyle hissediyor olmayacaktım. Ama öyle de olmuyor, böyle de olmuyor. Artık geçti, sonu olmayan party gibi bir hayat yaşamak benden biliyorum. Fakat beni bitiren, aslında bu kadar sorumluluk sahibiyken, hala kendi çıkış biletimi alamamış olmak. Üstüme kabus gibi çöktü o yaşadığım eğlenceler. Hala acısı çıkıyor. Hala bitmiyor gençliğimin, eski sorumsuzluğumun intikamı. Hala yetmiyor. Bir türlü nötr'lenmiyor ve ben bir türlü özgür kalamıyorum. Diğerlerinin aksine. Ve uyuşturucu bağımlılarının balon olan dostlukları gibi, benimkiler de sönüyor. Çünkü kimse anlamıyor. Benimle aynı geceleri geçirip, aynı sınavlara girip çıkmış ve aynı sorumluluklara sahip olan herkes kurtardı kendini. Bense evdeyim artık hep. Genelde yalnız. Sosyal aktivitem telefonum.

Öyle olsun istemiyorum hayatım tekrardan. Sorumsuz, yarını düşünmeyen, anlık eğlencesine bakan. Ama böyle de olmamalı. Daha çok işe yaramalıyım. Dünya'ya katkım olmalı. Kurtulmalıyım bende. Planlar yapabilmeliyim. Kontrol edebilmeliyim hayatımı. Daha fazlası olması.

Yani benim hala 'Roxy Girl' olduğumu düşünen hocaya inat, değilim artık. Çünkü ben öldüm. Ve diğerleri devam ettiler. Diğerleri çizdiler yollarını. Ve ben üstüme atılmış toprağı tırnaklarımla kazmaya çalışıyorum. Ama hep daha fazlası dökülüyor. Yardım eden yok, edebilecek olan yok.

İstanbul benimdi. Been there, rocked that!
Ve kaydı gitti ellerimden.
Başka tutacak bir şey bulamadım.
Ve sonra ben öldüm.
Diğerleri devam ettiler.
......

15 Şubat 2011 Salı

Kendini Tanımayan

Pembe gözlüklerim vardı benim
Ruhumda ise karanlık
Güneş kadar parlak takılarım oldu hep
Altımda bir erkek pantalonu
Gömleğimin düğmelerini hiç iliklemedim
Küçüktüm ben, tanıyamazdım daha kendimi
Oysaki saçıma taktığım çiçeklerim vardı
Sessizdim ben içe kapanıklardan
Konuşunca kimsenin susturamadığı
Ya da ağlarken
Pembe gözlükler hiç kurumadı
Hem Dünya'yada hiç pembe bakmadım
Kendini tanımayan
Kandırabilir mi masallarla ruhunu?
Rüyalarım vardı
Yeteri kadar gördüğümde gerçekleşen
Küçüktüm, tanımazdım
Kendini tanımayan
Aradığını bulabilir mi?
Küçüktüm ya, bilmezdim insanları
Herkes benim gibi sanırdım
Bir yanı Güneş kadar parlak
Bir yanı Ay kadar buğulu
Geri kalan Gece kadar karanlık
Oysaki ben hiç rol yapmadım
Oyunlar oynanan bir sahnede
Çıplak kaldım
Herkes bana bakarken
Ben hiç utanmadım kendim olmaktan
Dünya adaletsizdi, yaşadığım korunaklı hayatta
Ve maskelerim oldu bir çok
Beyaz tenimi gizleyen
Herkesden iyi tanıdım maskelerimi
Çevremde olan rolleri hiç yadırgamadım
Ama kendime de yakıştıramadım
Oynamaktansa gizlenmekti beni, ben yapan
Pembe gözlüklerim vardı benim
Ruhumda ise karanlık
Güneş kadar parlak takılarım oldu hep
Altımda bir erkek pantalonu
Gömleğimin düğmelerini hiç iliklemedim