Bana uyacak bir marilyn monroe resmi yok! Yettiği kadar


3 Mart 2011 Perşembe

HERKESE DUYURULUR, YENİ ADRESİM

Evet bunu yaptım sonunda gittim kendime alan adı aldım, artık orda devame deceğim nitekim şu yasaklanma yüzünden siz farkında değildiniz ama ben krizlere girdim. Şimdi sıkıysa kapasınlar bakalım.

YENİ BLOGUM (Tıklamanız yeter) Burdaki eski yazılarımıda oraya import etmiş durumdayım. Ayrıca takip etmek isterseniz, blogspottaki aynı izleme sistemi google friend connect orda da bulunmakta, bir tıklamanız yeterli.
Hatta eğer izlediğiniz bloglara direk URL ekle diyerek benim yeni blogun URL adresini copy/paste yaparsanız, sizin için bir şey değişeceğini sanmıorum. Direk oraya yönlenmiş olursunuz gibi gibi geliyor bana. Ama bilemem tabi.

Şimdilik tek derdim müdavimi olduğum yazarların bloglarını takip edemiyor oluşum, nitekim sağ tarafta  oluşturduğumj izlediğim bloglar listesini nasıl yapacağımı, yeni blogta çözememiş bulunmaktayım. Ama gün doğmadan neler doğar değil mi?

http://www.senondengitbengeliyorum.com/

He aklıma gelmişken söyliyim eger beni ordanda takip ederseniz, direk ordan size tıklayarak bloglarınıza ulaşabilirim. Sizleri okumak benim için önemli o yuzden umarım yaparsınız. Şimdiden teşekkürler

28 Şubat 2011 Pazartesi

Bir sorun var, Anlamadım

Evet buraya kadar ilerlemiş olmam bile beni sevindiriyor suanda. Son bi kaç gündür bloguma ulaşamıyor olmak beni fena halde sinirlendiriyordu. Hala Blog sayfama ulaşamadım, anca kumanda paneli. Haliyle ders kitapları dışında okumaya zaman ayırabildiğim blog yazarlarını takip edemiyor olmak, hayatımda eksiklik yaratmadı değil. Meğer ben ne kadar bağlanmışım blog olayına. Hala kendime kızıyorum, yazılarımı bilgisayarımda saklamadığım için, eğer sorunu çözemessem oturup hüngür hüngür ağlayabilirim.Neyse..

Bazı uzak var insanlar var bize. 2-3 kelime konuşup yanlarından geçip gittiğimiz. Bizde daha fazlası değiliz onlar için. Kötü bir şey olarak söylemiyorum bunu. Herkes yapmış çevresini artık. Düzenini kurmuş. Mezun olduktan sonra görüşecekleri insanlar belli. Güya tabi. Herkes benim olduğum kadar şanslı olmayabilir. Ben bilemem. Sonra bir şey oluyor, bu uzak insanlardan biri, size kendini yakın hissettiğini söylüyor. Kendini paylaşıyor. En önemlisi, çevrenizde kimsenin sizi önemsemediği bir konuda, sizin fikrinizi soruyor. İsmi bende saklı. Benle paylaştığı satırlar, kendi satırlarımdan daha önemli benim için. Benim hakkımda o kadar çok kötü düşünen insan olmasına, çeşitli çirkin sıfatları bana yakıştırmalarına, ve beni ciddiye almamalarına rağmen, kendime bu kadar özel hissettirilmeyi hakedicek ne yaptığımı soruyorum, 24 saati aşan bir zamandır. Ve evet hepimiz birbirimizin yüzüne gülüp arkasından konuşmaya çok alıştık, bu insanların varlığından haberdarım. Ben ne yapsam da, insanlar çamur atmaktan vazgeçmeyecekler. Zaten ben hiç bir zaman insanların benim hakkımda ne düşündüğünü kafama takmadım. Çünkü ne yaparsanız yapın bu Dünya'da Meryem Ana'ya bile çamur atabilcek insanlar var.

Düşünüyorum ben hala o satırları. Bazen, kendimizi olabildiğince yalnız hissederiz. Kimse anlamıyor, kimse bizim yaşadıklarımızı yaşamıyor sanıyoruz. Dostlarımızla farklılıklarımızı düşünüyoruz. Sonra bir şey oluyor, ve insanların aslında ne kadar benzer olduğunu farkediyoruz. O satırları ben yazmadım ama, o satırlardaki duyguları yaşadığım zamanlar vardı benimde. Sanki tekrardan nefes almayı başaramayacağımı düşündüğüm zamanlar. Kendimi çaresiz hissettiğim zamanlar vardı. İnsanlar bizim onlara izin verdiğimiz kadar bizi üzebilirler. Öğrendim. Yine de uygulayamadığım zamanlar, saçma bir kelime yüzünden sabahlara kadar ağladığım geceler de oluyor. Ben bir tek kendimin bu kadar çok etkilendiğini sanırdım. Çünkü çevremdeki herkes 'Boşwer' 'Unutursun' 'Üzüldüğün şeye bak' tarzında cümleler kurdular destek kurmak adına. Bir kişi bile çıkıp bana demedi, 'Ağla ölene kadar ağla, at içinden, kendini duvarlara çarp, atlatmana yardım edecekse çıkma o yataktan aylar boyunca' demedi. Benim üzüldüğüm kadar kimse üzülmez, benim sevdiğim kadar kimse sevmez diye düşündüm hep. Herkes çok güçlü çünkü. Herkes kendi dünyasında birer Tanrı/Tanrıça. Kimse sarsamaz onları. Bütün acılarını unutur insanlar 1 saat, 1 gün içinde. Kimse benim kadar saplanıp kalmaz geçmişine. Sandım.

Ben hiç kimseyim aslında uzun zamandır. Şikayet etmekten başka bir şey yapmayan, işe yaramayan, ilgisi olması gereken şeylere kafa bile yormayan, tek derdi para harcamak ve eğlenmek olarak gözüken bir tüketiciyim sadece. Kendimi kanıtladığım, elle tutulur bir başarısı olmayan. Eski başarıları çoktan zaman aşımına uğrayıp solmuş olan biriyim. Vasfım pek yok. Bu kadarım ben bu aralar. Kendine güveni sıfır olan bir hiç kimse.

Okur mu okumaz mı bu yazıyı bilmiyorum. İki durumda da ben teşekkür ederim kendisine. Yaptığı hiç önemli değildi belki ona göre. Sadece paylaşmak istemişti belki de onun hayatının ayrıntılarını bilmeyen biriyle. Her zaman en kolay tanımadıklarımıza anlatırız çünkü sırlarımız. Butun bu takma isimlerin nedeni de bu zaten. Ama kendimi önemli hissettirdi. Bir 10 dakikalığına kendimi bir şey olarak hissettim, hiç bir şey yerine. Çok teşekkür ederim beklenmeyen bu yakınlık, tanıdıklık, samimiyet için. Umarım herkes istediklerine ve dilediklerine ulaşır. İlla optimist olmaya gerek yok, 'Hayırlısı' diyip, yoluna devam eden pesimistlerden de olabiliriz. Bir de resimki, umut versin diye.

Ps: Blogumdan uzak kalınca yine paslanmışım, cümlelerimin çoğu birbirini tamamlamayan bir anlam karmaşası yaratmakta. Kusura bakmayın artık.

26 Şubat 2011 Cumartesi

Huu :((

Bloguma giremiyorum! Sinir stres katsayim baya bir artmis durumda. Telefondaki applicationdan(uygulama) oldugu kadar!! :((
Topik coktan sizdi yanimda. Aylo diger odada. Konustuk yine her zaman yaptigimiz gibi, birbirimizden ne kadar farkliyiz daha da hissettik. Aslinda yazacak cok seyim var kelimelere dokemedigim. Daha onceden bu kadar kitlenmis miydim, kendimi bu kadar aciz hissetmis miydim bilmiorum.
4 saat sonra uyanacagim Bilmok'te gorewliyim cunku. Bu sene bizim okulda gerceklesiyor bu olay. Bu geceki eglencede tamamen milleti costurmaya oynadik Topikle. Sevgililerimiz mi? Onlar yorgun, onlar ailesiyle, onlarin isleri var.
Biz oncelikli degiliz pek.
Bir suru insanla iletisim halindeydim bu aksam. Guzeldi ayrica. Eglenmek bizim isimiz. Eglendirmek bizim. Sarisiniz en nihayetinde dogal yada sahte. Sarisiniz ve bilgisayar muhendisligi ogrencisiyiz. Ama ikincisinin pek bir onemi yok sanirim bu durumda.
Cok karisigim su anda her konuyla ilgili. Mesela kafamda su anda olan soru su;
5 duble raki icmeme ragmen 15 cm topuklu ayakkabi ustunde durabilmeme neden sasirdi bolum arkadaslarim?
Nedir yani?
Tamam sacma sapan konusmus olabilirim ki, bu gece sacmaladigim gecelerden degildi, ama neden bu kadar sasirdilar?
Anlamadim ben.
Hayatimda olup biten bir cok seyi anlamadigim gibi.
Huu :(
Edebi olamiorum su anda. Zaten blogspot'tada bi problem var.
Ay law may Ayfon!

- Posted using BlogPress from my iPhone

25 Şubat 2011 Cuma

En yakınımızdakiler..

Monoton olan hayatlarımız ne kadar da olağandışı aslında. En yakınımızdakiler en çok sevdiklerimizdir her zaman. Annemizle kavga etsek, ilk fırsatta ona gider sarılırız, unutur söylediklerimizi hemen açar kollarını. Babamızla tartışsak, tökezlediğimizde, işin içinden çıkamadığımızda hemen gidip ona danışırız. Unutur bütün nankörlüklerimizi. Akıl verir, 'Ne halin varsa gör 1 saat önce çok biliyodun hayatı, kendin çık işin içinden' demez.

Sonra arkadaşlarımız vardır. En sevdiklerimizden. En yakınımıza alırız onlarıda. Aile sayarız bir nevi. Annemizin, babamızın bilmediği ayrıntıları fısıldarız usulca hiç çekinmeden. Sonra kafamız atar bazı şeylere. İnsan hep en çok en yakınındakiler saldırır ilk önce. Çünkü bilir, en çok sevdiklerimiz terketmez bizi. Bu düşünceden cesaretleniriz. En ufak hatalarını, asıl kafamızı bozan şeyi çözemediğimizden, büyütür büyütürüz içimizde. Hıncımızı onlardan çıkarmaya çalışırız. Kırılmazlar bize biliriz. Kişisel algılamazlar. Ailemiz nasıl bizi terketmiyorsa, onlarda terketmez biliriz. Gerçek dostluklarımızın, en büyük sınavıdır o dönemler. Açıklasınlar istemeyiz büyüttüğümüz hatalarını. Mantıklı ya da mantıksız ne neden varsa ortada, dinlemeyiz. Tıkarız kulaklarımızı.

Fakat bazen, öyle bir an gelirki, amacını aşan cümleler kurarız. Biz anlamak istemeyiz o zamanlarda onları. Onlar bizi anlasın isteriz. Biz anlamak istemeyiz aslında onları o sırada ne kadar kırıyor olduğumuzu. Bir cümlemizi bile sabaha kadar düşüneceklerini, bizim gel-gitlerimizin onların kafalarında ne kadar dönüp dolaştığını anlamak istemeyiz. Anlasınlar isteriz hep saldırılarımızın nedenlerini. Mantıksız olsak bile görsünler neler olduğunu. Olmadık şeyler söyleriz, haksız suçlamalarda bulunuruz. Ailemize yaptığımız nankörlüğün başka bir versiyonu olur bu tepkilerimiz.

Ama insanoğlu telepatik değil daha gelişen teknolojiye rağmen. Zaten zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin, insan ilişkilerinde teknoloji söz konusu değil. 500 sene önce insanlar neden kavga ediyorsa, bizde şimdi aynı nedenlerden tartışıyoruz çevremizdekilerle. İnsanlar birbirlerini 500 sene önce nasıl seviyorsa, bizde öyle seviyoruz 21. yüzyılda hala. Erkekler hala çiçek alıyor sevdiğine. Kadınlar hala kıskanıyor erkeklerini, diğer kadınlardan. Hala seviyor/sevmiyor oyunu oynuoruz. Kırlar yerine beton binalar arasında. Sadece yaşadığımız yerler, kullandığımız aletler değişiyor. İnsanoğlu duyguları hep aynı kalıyor.

Lakin, en sevdiklerimizi kırdığımız her an hem bizden hem onlardan bir şeyler kaybediyoruz aslında. Edilen sözler öyle kolay unutulmuyor çoğu zaman. Biz öyleymiş gibi davranıyoruz. Yeri geliyor aynı kandan gelen kardeşler bile küsüyor. Hayat işte, her şey mümkün aslında. Bozulmaz dediğimiz arkadaşlıklar bile o kadar kırılganki. Hem bir insanı kaybetmek, aslında bir mum söndürmek kadar kolay. Hırsımızdan farkedemiyoruz. 'Püf de' geçsin.

Kim bilir kaç insanı istemeden kırdım ben bu hayatta. Bazılarını hala farketmemiş olabilirim ve benimde dostluklarımda, aşk hayatında o kadar çok kırıldığım an olduki. Hepsi yanıma kalan kar olarak bakmayı da öğrendim üstelik. İnsanlar istemeden kırmış olsa da, bazı cümleler varki insanın hayatında iz bırakıyor. Mesela eski bir erkek arkadasım bundan tam 9 sene önce 'Seni artık kardeşim gibi seviyorum' demişti. 2 gün sonrada bana olan aşkından bahsetmeye başlamıştı. O cümle çok yaralamıştı beni. İçimdeki bütün duyguları yok etmişti. Bitmişti yani. Olmamıştı yeniden. Olamazdı. Çünkü sınırını çokca aşmıştı.

Biraz önce de bir cümle duydum benimle ilgili. Üstelik bana bile söylenmemiş. Başka bir arkadaşımla sorunu olan başka bir arkadaşım hıncını alamayıp gayet alakasız olarak 'Firstee de beni sadece işi düşünce arasın başka zaman aramasın' demiş. Nasıl kırıldığımı, ne kadar incindiğimi anlatamam şu anda. Üstelik bunu diyen insan, 'İstediğin zamana aramadan gel, nerde olduğumu biliyorsun (genellikle ev hep ev hemde), başımın üstünde yerin var, benim olan senindir' dediğim bir insan. Hayatımın nasıl geçtiğini, benim neler yaptığımı, nelerle mücadele ettiğimi, saçma sapan bir muhabbet yaparken kafamda neler olup bittiğini, gülerken bir anda ağlamaya başladığımı, sosyal olarak bu aralar problemli olduğumu bilen en iyi insanlardan birisi. Ve kişisel algılamıyorum. Söylerken 1 sn. bile durup düşünmediğini biliyorum. Kafasında sinir krizi geçirmesine sebep olacak kesin başka bir şey vardır diyorum. Ama yine de kendimi alamıyorum, acaba bunu düşündürtecek ne yaptım diye. Acaba bu izlenimi nasıl yarattım? Sadece hıncını çıkartmak için saldırdığını biliyorum, ama yine de diyorum. İnsan ne kadar sinirli, kırgın, asabi, isyankar olursa olsun hiç düşünmediği, aklının ucundan geçmeyen bir şey söylemez. Yapamaz yani. Aklında hiç olmayan bir şey, en sinirli olduğunda anda insanın aklına gelmez. Mutlaka bunu düşündürten bir şey olmuştur. Ama ne? Ben ne yapmış olabilirim?
Hatta ben ne yaptımda bu cümleyi hakettim? Haketmedim, başka bir arkadaşımda ona söylenen şeyleri haketmedi bu gece. Maruz kaldığı davranışı haketmedi. Bana göre tabi bu. Bazı insanlar için arkadaşlığı bitirme sebebi olabilir. Tanıyamıyorum artık insanları. Her şey mümkün diyorum.

Hem ne kadar kolay insanları kaybetmek, mum üfler gibi. 'Püf de' geçsin. O mum söndürülür, ve biz karanlıkta beraber kalırız. Peki karanlıkta kalıp, yanındakilerin varlığıyla korkmuyorsan eğer, ne gerek var en yakınındakileri bu kadar üzmeye ve kırmaya?
Kavga ederiz, püf deriz, her yer karanlık olur, ışıklar geldiğinde yine sarılırız. Ama madem böyle olacak, o zaman ne gerek var?

23 Şubat 2011 Çarşamba

Falan falan filan

efet yeni bir gun başladı gibi oldu sonra uykuya aldım günü, ama artık kesin olarak başlamış bulunmakta.Okula gideceğim, ayrıca kavitasyon zımpırtısına da gittim. O üstümde dolaşan aletin beni zayıflatacağına inanmasamda devamlı yeni seanslar almak istiorum. Yazık babacığıma. Kendimi tutmanın limitindeyim. Ben kendi paramı kazanınca sanırım 1 gunde bitireceğim maaşı. Bana yalan 'İnsan kendi parasını harcayamazmış' düşüncesi.
Bir de ilk maaşımla laser epilasyon hayallerim var. Daha önceden gittim ama sarısın ve beyaz tenli olduğum için hiç bir işe yaramadı bende. Boşa giden para oldu. Ama akıllanmadım sanırsam.

Neyse dün yazdığım yazılara hiç yorum gelmemiş. Okuyan var mı yok mu bilmiyorum. Ama ben üzülüorum öyle olunca. Hani eften püften şeyler yazsam bile birileri önem versin istiorum nieyse. Yorum yapınca insanlar nolucaksa. Ama tek mutluluğum bu işte. Okula verdiğim fazladan 1 kredi isteyen dilekçemin kabul olup olmayacağınıda çok merak ediorum. Hatta ölüccem meraktan. Ve bü yüzden uyumak istiorum. Bir an önce nolucaksa olsun hesabı.

Bide yaz gelsin istiyorum artık. Daha 3. hafta aslında genelde 6.-7. hafta gibi olurdu bu istek içimde. Bitirme yaptığım hoca dünkü durgunluğuma baya bir şaşırdı görüşmede. 'Bukadar bırakma kendini, insanaların seni bu kadar etkilemesine izin verme' falan dedi. Üzüldü sanırım. İnsanların beni etkilemesine izin vermemeyi başarsam hayatın sırrını çözmüş olacağım zaten. Hihooo falan diye 2-3 sebeklik yapıp terkettim odasını. Ben en çok ciddiye aldığım şeyleri, ciddiye almıyormuş gibi davranmayı seviyorum sanırım.

Kafam çok karışık bu aralar okuldan bağımsız olarak. Evet onun dışında da kafa yorduğum şeyler var yani. İçimde patlamaya hazır bi volkan var sanki. Tutuyorum tutuyorum gülüp geçiorum. Kötü günler, kavgalar, çığlıklar yaşanmamış gibi davranıorum. Beni tek mutlu eden insanın, beni bu kadar mutsuz etme gücüne sahip olmasından hoşlanmıyorum. Ama napiyim. Sanırım tuzu biberi dedikleri bu olsa gerek. Son olarak yaşadığımız kavga biraz fazla tuzlu biberliydi. Baharatlıydı bide. Ağzım dilim boğazım yandı. Nefret ediyorum onunla kavga etmekten. Ama oluyor işte. 3-5 ayda bir oluyor. Olsun zaten arada iidir rahatlamak adına ama ben pek rahatlayamıorum işte :( (üzgün surat hüüü)

Neyse ben yine geç kalıyorum derse. Biliyorum bu yazımda kendi kendine günlük kıvamında bir yazı. Okuyan olur mu orası meçhul. Blogumda tek başımayım. Aslında ordasınız biliyorum ama azıcık trip atmak istedim.

22 Şubat 2011 Salı

Hoşgeldin Yeğen

Hoşgeldin Yeğen, lahmacun fazla geldi var mı yiyen?

Saçmalamak istiyorum yine. Düşüncelerime rağmen komik bir yazı olsun istiyorum. Hem hep en çok gülenler, aslında en çok ağlayanlardır dimi?

Çok güldüm kesin çok ağlıcam...   gibi gibi

Sevgililer gününde hediye gelen çiçeklerin suyu renk değiştirdi. Sanırım çeşitli mikroorganizmalara ev sahipliği yapmakta o su. Fakat ben inatla o suyu boşlatmıorum. Bulanık bulanık bana bakıo masamın üstünde. Aslında bişi de itiraf edicem ben kurumuş gül kokusundan da hiç hoşlanmam. Ama yapılan bir süprize asla böyle bir tepki verilmemeli bana göre. Ayıptır.

Annem yok 2 gün evde, ablamda kalacakmış. Keşke babamda kalsaydı ama 'küçük kızımı yalnız bırakmıyım' modunda. Tabiki ben diyemiorum 'Evde yalnızken daha mutlu ve huzurluyum babacım lütfen sen de git' diye. Bana göre bu da ayıptır. Hem üzülebilir. Ne gerek var babişi üzmeye. İşin kötü olan yanı ise yemek hazırlamam lazım çünkü benim babişim dışardan sipariş yemez. Bide sıkılıp sıkılıp bana sarıcak. 'Nie mutsuzsun, nie odandan çıkmıyosun, gel beraber maç izleyelim' gibisinden. Gerçi bu akşam maç var mı yok mu bilmiorum ama olsa kesin derdi. Çünkü ben bir erkek çocuğuyum ona göre. Gerçi Allah kime erkek çocuk vermeyeceğini iyi biliyor. Erkek olsaydım, bir ipte 2 cambaz oynamaz misali, haftalık olarak babamla birbirimize girebilirdik. Şimdi babamda saçlarını kestirmeye gitti. Ha bu arada benim babişim keldir. Azıcık bişi vardır ama çok uzamışlar rahatsız oluyormuş. Neyse, hadi başka bi konuda saçmalıyım artık.

Spor üyeliğimi yeniletmemeye karar verdim bugun itibariyle. sabah 9 akşam 18 ders programına sahipken spora gidebilmem pek olası değil. Zaten bitkin ve bunalmış olan ruhumdan dolayı bünyemde devamlı yorgun olduğu için, gitmeyeceksem boşu boşuna para vermeye gerek yok. Haziran gibi işala tekrardan üye olurum. Spor salonu kaçmıyo ya..

Kredi kartı limitimi yine doldurmuşum. 20 milyon bile çekmedi. 20 milyona ne alıcaktın derseniz; Laptopuma sticker alcaktım. Evet cok gerekli. İnanılmaz hemde. Bide bu ay ne harcadığım konusunda hiç bir fikrim yok. Nays oldu tam. Üstelik makyaj malzemesi ve parfüm alışveriş zamanımda gelmişti. Sıkıntı oldu bu durum. İnternetten alışveriş olayı yüzünden batıcam yakında. Batan ben olmıcam tabi. En nihayetinde üretici değil sadece tüketici olan bir vasfım var şu dünya üstünde. Bir işe de yaramıyorum ayrıca. 10 parmağımda 10 marifet falan yalan yani. 1 parmağımda olsa, amenna diyeceğim. (Amenna ne ya?)

Neyse cuma günüm boş olsa bile haftanın 9-18 programına sahip diğer günleri benim için tam bir ölüm. Sıyırcam yakında. Üstelik daha 3. hafta, geriye kaldı 11 hafta. Ha bu arada yarında kavitasyon/kativasyon (nasıl yazıldığını imkani yok öğrenemiorum) olayına başlıyorum. 3 ay boyunca gideceğim. Ama çok ucuza kapattım o olayı. Umarım bana fazla ama diğer insanlara zayıf gelen kilolarım beynimden gitmez. Dahada aptallaşırsam bu okul sittin sene bitmez. Zaten ben 45 kiloykende 42 kilo olmaya çalışıodum. Orda burda bayılmaya başlayınca vazgeçmiştim. Çok seviyodum kendimi o zamanlar. Şimdi bana 'Zayıfsın manyak mısın öle şeylere gidiosun' diyen insanlara kafa göz dalmak istiyorum. Nerden biliosun? Belki gizli şişkoyum ben. Çıplak mı gördün beni de konuşuosun. Hayır görmedin ben söyliim. Sus konuşma o zaman. Gidiosak bi sebebi var heralde. Ben yeniden 26 beden pantalonlarımı giymek istiorum belki. Kıyamıorum atamıorum işte. Sananey!

Ha bu arada manyak manyak şeyler yapıorum bazen. Sevgilinin ex'lerini çeşitli sosyal ağlarda aratıp nası bişimiş diye bakmak başka, ex sevgilinin ex'ini aratıp bakmak başka. Olmaz ama. Ex'lerimi  aramam ama hiç bi yerde. O kadar düşmedik nan daha. Sıkıntıdan sanırım. Hyr bakınca noluosa, el falan da sallasan gözükmez karşı taraftan. Öyle bazen geliolar. Sonra gidiolar bazen kalıolar. Yine gidip gidip geliyolar.
Ay kendimi kesicem şimdi. Ayyh!

Öyle yani. Oh be rahatladım gibi gibi sanki.
Çok rahatladım kesin çok darlanıcam.
Dırıdııımmmmmmm tııssssss
Dımdım cıkı cıkı tıssssssss

Son'lar


Neden son sigaranin son son nefesi bu kadar onemli bizim icin? Ilk paket actigimiz an aslinda ne kadar degersiz o 20 dal. Yakip yakip atabilioruz. Sonra son sigara geliyor. Yaktigimizda hic bitmeyecekmis gibi geliyor. Sonra elimizde bir fitil kaliyor ve biz onu atmaya bile korkuyoruz. Son cunku O. Ona muhtaciz aslinda, birakamiyoruz oyle kolayca o ilk 19 sigarayi biraktigimiz gibi. Aslinda sigara da degil olay ya neyse..

Neden kaybetme korkusu yasamadan uzulemioruz? Illa 'ayrilik' kelimesi mi bizi getiriyor kendimize. Neden Son'lar bu kadar kiymetli? Neden mutlu anlarimizda kirmak, uzmek bu kadar kolay? Son ana kadar farkedemiyoruz kayiplarimizi, kaybedeceklerimizi. Hani buyumustuk biz? Hani bilirdik kaybetmenin anlamini? Pisman olacagimiz sozler soyledigimizi neden hep en son anda farkediyoruz? Bastan alsak, bastan konussak davranmanayacagiz belki de bu kadar saldirgan. Ama olmuyor iste. Insanoglu hic bilmiyor. Elindekini kaybetme korkusu yasamadan ogrenemiyor. Son sigara oldugunu anlamadan, kiymet veremiyor o dumana. Unutulan Ilk'ler var coktan. Kiymetsiz olmuslar bile.
Ama Son'lar hep cok degerli. O Son'lar o kadar uzuyorki bizi, butun gecmisimiz yokoluyor sanki. Butun cekilen ilk acilar, ilk kavgalar, ilk deneyimler onemsizlesiyor. Bir Son kaliyor bizden iceriye.

Hepsi gecmis gitmis bir tek o son cumleler var aklimizda. Son sigara, son ayrilik, son barisma. Son cunku O. Ondan oncesi de yok artik, sonrasi da yok. Adi ustunde Son cunku O.

- Posted using BlogPress from my iPhone

21 Şubat 2011 Pazartesi

Karar veremedim

Herkes mukemmel, herkes kusursuz. Biri bildiginiz en buyuk dahiden daha dahi, digeri daglari delmis. Bir baskasi Dunya'yi dondururken, arkadasi uzaydan bakiyor evrene. Herkes basarmis hayallerini, herkes kendi hedeflerinin zirvesinde. Kimisi milyonlara duyuruyor sesini, kimisi onbinleri pesinden surukluyor. Birisi ise dunyanin merkezine tunel kazmis. Kimse kimseyi oldurmemis, kiskanmamis, kimse kimseye ihanet etmemis. Kimse bir baskasinin basarisina goz dikmiyor ustelik. Ihtiyac yok cunku, herkes basli basina bir basari oykusu. Baktiginizda bu boyle.

Sonra..

Herkes siradan, herkes nefes almaya calisiyor. Kimse ulasamamis hayallerine yasam mucadelesi vermekten. Bir firtinada suruklenmeye baslamislar, kendilerini durdurmaktan aciz kalmislar. Bu Dunya'da herkes kirmis birbirini, herkes kiskanmis, kimse bir baskasinin iyiligini dusunmemis. Kimse hedeflerine ulasamamis, dediklerini yapamamis. Dunya donerken sadece seyretmis neler olup bittigini. Kimisi camur atmis arkadasina, kimisi baskasinin basarisini kendine mál etmis kendi acizliginden.

Bense oldugum yerde dururken, donmus Dunya baska bir gun olmus. Ve ben bugun hangisi olmak istedigime karar verememisim.

Hic bir sey, hic kimse olmak istemisim sadece.
Ne mukemmel, ne siradan.


17 Şubat 2011 Perşembe

Been There, Rocked that..but its gone now.

Kendimi uyuşturu bağımlıları gibi hissediyorum. Sadece kendim için değil bu hissiyatım. Tabi bu duyguyu sadece okuduğum kitaplardan ve izlediğim filmlerden biliyorum yada bildiğimi sanıyorum. O filmlerde ve kitaplarda, bağımlıların dostlukları normalde bulabilceğiniz gibi dostluklar değildir. Eğer cebinizde mal varsa sizinle ölüme bile gelirler, yoksa sizi satabilirler bile para karşılığı. Dostluğun sınırı olmadığı gibi ihanetin de sınırı yoktur o hikayelerde. Sonra ölmeye başlarlar yawas yawas. Bırakan şanslı 1-2, belki yaşar belki yaşamaz. Belki tekrar başlar.

Bende kendimi öyle hissediyorum. Dedim zaten. Üniversitenin ilk yılları, yeni kazanılmış bir özgürlük. Artık izin almadan evden dışarı çıkmak. Haber vermen yeter, izin almadan kalman istediğin arkadaşında kalabilmek. İstediğin kadar harcaman, istediğin kadar içmen, istediğin kadar insanla konuşman, istediğin kadar eğlenmen. Öyle bir yanılsama ki bu, hayatının kontrolu sende sanıyorsun. Tıpkı her bağımlının 'İstediğim anda bırakırım' demesi gibi. Hangi sınavlara çalışmadığımı, sırf akşamdan kalma olduğum için kaç sınava kalkıp gitmediğimin sayısını unuttum çoktan. Unutmadıklarım o beraber zaman geçirdiğim insanlar. İstanbul'u salladım ben. Salladık. İstanbul benim oldu, bize yenik düştü. Fazla alkolden hastaneye gidip serum yemek komik bir olaydı bizim için o zamanlar.
-'Abi dün akşam yine hastanedeydik hauehehuuedheu'
-'Bu gece hastaneden loca ayırtalım bari, her hafta birini taşıoruz ehueheueh'
-'Aynen kanka hehuehe'
Gibi, gibi.
Sonra eğlendiğim her anın acısı benden çıkmaya başladı. Nasılki uyuşturucu, vücudu yavas yavas çürütüyorsa, yaşadığımız o hayatta bizi tüketmeye başladı. Daha doğrusu beni. Ben toparlayamadım. Sonra ben öldüm. İnsanlar toparladılar kendilerini. Ben tekrardan yaşama dönmeye çalışırken, onlar çoktan devam ettiler hayatlarına. Hatta yeni hayatlar kurdular kendilerine. Büyüdük kısaca. Geçirdiğimiz hatırlamadığımız gecelerden sonra, birbirimizi kahkahalarla arayıp 'Noldu ?' diye çözmeye çalışırken, artık utanarak aramaya başladık. İçip içip saçmalayan insanlara, aşağılayan gözlerle 'Hala öğrenemedin mi içmesini?' der olduk.

Bir tek ben hapsoldum bu döngüde. Eskisi gibi eğleniyor, hiç bir şey umrum değil olsam, zaten böyle hissediyor olmayacaktım. Ama öyle de olmuyor, böyle de olmuyor. Artık geçti, sonu olmayan party gibi bir hayat yaşamak benden biliyorum. Fakat beni bitiren, aslında bu kadar sorumluluk sahibiyken, hala kendi çıkış biletimi alamamış olmak. Üstüme kabus gibi çöktü o yaşadığım eğlenceler. Hala acısı çıkıyor. Hala bitmiyor gençliğimin, eski sorumsuzluğumun intikamı. Hala yetmiyor. Bir türlü nötr'lenmiyor ve ben bir türlü özgür kalamıyorum. Diğerlerinin aksine. Ve uyuşturucu bağımlılarının balon olan dostlukları gibi, benimkiler de sönüyor. Çünkü kimse anlamıyor. Benimle aynı geceleri geçirip, aynı sınavlara girip çıkmış ve aynı sorumluluklara sahip olan herkes kurtardı kendini. Bense evdeyim artık hep. Genelde yalnız. Sosyal aktivitem telefonum.

Öyle olsun istemiyorum hayatım tekrardan. Sorumsuz, yarını düşünmeyen, anlık eğlencesine bakan. Ama böyle de olmamalı. Daha çok işe yaramalıyım. Dünya'ya katkım olmalı. Kurtulmalıyım bende. Planlar yapabilmeliyim. Kontrol edebilmeliyim hayatımı. Daha fazlası olması.

Yani benim hala 'Roxy Girl' olduğumu düşünen hocaya inat, değilim artık. Çünkü ben öldüm. Ve diğerleri devam ettiler. Diğerleri çizdiler yollarını. Ve ben üstüme atılmış toprağı tırnaklarımla kazmaya çalışıyorum. Ama hep daha fazlası dökülüyor. Yardım eden yok, edebilecek olan yok.

İstanbul benimdi. Been there, rocked that!
Ve kaydı gitti ellerimden.
Başka tutacak bir şey bulamadım.
Ve sonra ben öldüm.
Diğerleri devam ettiler.
......

15 Şubat 2011 Salı

Kendini Tanımayan

Pembe gözlüklerim vardı benim
Ruhumda ise karanlık
Güneş kadar parlak takılarım oldu hep
Altımda bir erkek pantalonu
Gömleğimin düğmelerini hiç iliklemedim
Küçüktüm ben, tanıyamazdım daha kendimi
Oysaki saçıma taktığım çiçeklerim vardı
Sessizdim ben içe kapanıklardan
Konuşunca kimsenin susturamadığı
Ya da ağlarken
Pembe gözlükler hiç kurumadı
Hem Dünya'yada hiç pembe bakmadım
Kendini tanımayan
Kandırabilir mi masallarla ruhunu?
Rüyalarım vardı
Yeteri kadar gördüğümde gerçekleşen
Küçüktüm, tanımazdım
Kendini tanımayan
Aradığını bulabilir mi?
Küçüktüm ya, bilmezdim insanları
Herkes benim gibi sanırdım
Bir yanı Güneş kadar parlak
Bir yanı Ay kadar buğulu
Geri kalan Gece kadar karanlık
Oysaki ben hiç rol yapmadım
Oyunlar oynanan bir sahnede
Çıplak kaldım
Herkes bana bakarken
Ben hiç utanmadım kendim olmaktan
Dünya adaletsizdi, yaşadığım korunaklı hayatta
Ve maskelerim oldu bir çok
Beyaz tenimi gizleyen
Herkesden iyi tanıdım maskelerimi
Çevremde olan rolleri hiç yadırgamadım
Ama kendime de yakıştıramadım
Oynamaktansa gizlenmekti beni, ben yapan
Pembe gözlüklerim vardı benim
Ruhumda ise karanlık
Güneş kadar parlak takılarım oldu hep
Altımda bir erkek pantalonu
Gömleğimin düğmelerini hiç iliklemedim

14 Şubat 2011 Pazartesi

Beklenmeyen

Evet sabahki giderlerimi bir bir yutmam lazım sanırım an itibariyle. Bugun den hiç bir şey beklemezken, çeşitli süprizler, ve benim elimde patlamayan süprizlerin sahibine verilebilmiş olması, hmmm şeyyy neydii, aslında mutlu ediomuş. Galiba, sanırım. Yok yok hakkaten öyle.

Şimdi günümün nasıl başladığını biliyorsunuz zaten. Eski bir kazak, biraz makyaj falan bildiğiniz kısmı. Sizin bilmediğiniz, butun gün deli danalar gibi ortalıkta saldıracak insan aramak, Nesquik kendini kötü hissetmesin die asla ama asla ona bu duygu gel-gitlerini belli etmememek, sacma sapan ders programım yüzünden saatlerce aynı bankın üstünde oturup 1 paket sigara bitirmek, insanların gidip gelmesi benim olduğum yerde sabit kalmam, bugunden bir şey beklememek, Sevgililer gününe bok atanlara bok atmak istemek ama yapılan hazırlıklara rağmen kutla(ya)mayacağını bilmek(iş toplantısı/yemeği var çocugun aaaaa) ve bu yüzden Sevgililer gününe de bok atmak istemek,sevgliler günüyle ilgili naptıklarını/napacaklarını saniye saniye twitterda paylaşanlara kafa göz dalmak istemek (Ben bir haftadır hazırlanıodum bir tweet bile yazmadım görgüsüzler) ...vs vs vs.

Sonra bir telefon, günüm aydınlandı.Önce aydınlandı sonra biraz korku hali sardı dört bir yanımı. Eve gelen çeşit çeşit hediyeyi babamın teslim almış olması (ki kesinlikle sevgilim olduğu gerçeği babayla paylaşılmaz bizde), annemin panik halindeki telefonuyla tarafıma bildirildi. Neyseciğime ben böle ilk şoku atlattıktan sonra biraz rahatlamışken 2. telefonun gelmesi, bu sefer babamın gelen çiçekleri teslim almış olması ve her şeyden enteresanı benim 2 tane erkek arkadaşım olduğunu düşünüp benimle gurur duymasına kadar gidiyor bu hikaye. Butun bu telefon trafiğinden sonra, Nesquik'in araması işinin bittiğini söylemesi. Beraber Sevgililer Gününü kutlamak, artık yaştan mıdır, yoksa onunla beraber olduğum için midir bilmiyorum, sanki daha da bir anlamlıydı bu Sevgililer günü. Sanki ben bir liseli kız, sanki ilk aşkım ve sanki ben onunla evleneceğim gibi klişe düşünceler. Hani böyle bir anda gününüze ışık doğması. İşin ilginç yanı, ben Sevgililer Gununu hiç önemsemezdim bile. Genelde 'Uff aman kim uğraşıcak?' Ama sanırım, bazen karşımıza çıkan insan hala, ilk defa yaşamadığımız şeyleri ilk'imizmiş gibi yaşatabiliyormuş. Yeni bu duygu benim için. Uzun zaman sonra Heyecan, uzun zaman sonra aslında SON olan İLK. Sadece ikinizi saran havaifişekler..

Yani yazının özeti şöyleki, sabahki yazımı tamamen yutarak;

Bazen klişelerde, insanı mutlu, en mutlu edebiliyormuş.

Kliş Kanka

Klişelerden nefret ediyorum. Her sabah aynı uykusuzluk mesela. 15 saat uyusamda aynı 3 saat uyusamda. Pavlov'un köpeği misali, o alarm çalıyorsa, ben uykusuz oluorum. Nitekim alarm çalmadan 6 saatte de uykumu almış olarak uyanmışlığım vardır. Sıkıldım bu klişemden. Mesela bazen de ne giyersem giyim, kendimi 10 senelik boğazlı kazagımın içinde güzel gördüğüm kadar güzel göremiyorum. Bu önemli.
En güzel maskemi taktim az önce, üstümde eski bir kazakla. Saclarımı bile maskeledim. Parlak parlak takılara sahibim. Ve şuanda geç kalıorum günlük, benim için hiç bir anlamı olmayan işlere. Ha bir de bugun Sevgililer Gunuydu dimi? Yok ona saldırmayacağım şimdi. Belki akşama.

Ve bugun butun klişelere kafam girsin istiyorum.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Ne? Efendim?

Şarkı

İnsanoglu ne salak lan! En başta ben. Yapılan butun hazırlıklar, hissedilen heycanlar. Aslında ne kadarda körüz. Olayları belli sebeplerden ne de güzel anlamak istediğimiz gibi anlıoruz. Hoş olmayan şeyleri hoşmuş gibi, manası olmayan şeyleri manası varmış gibi, aslında problem olmayan şeyleri problem gibi algılıoruz. Sırf duygularımızın körlüğünden.

Ne kadar hayalkırıklığına uğratacağımızı düşünmeden yaşıoruz hayatı. Kim neye ne kadar önem vermiş, kim ne için nası hazırlanmış, kim ne için ne kadar heycanlanmış düşünmeden. Hep bir bahane, hep bir mola. MANASI YOK! en nihayetinde.

Ah bu diyarda kimi yakmışlar haberin var mı koç?

MiM'ik Çizgi Film

Bir Mim'ik gelmiş bana Sevgili Deep'den, Hangi çizgi film karakteri olmak isterdiniz diye. Ben Küçük Deniz kızı olmak isterdim. Orjinal hikayesinden başka bir sürü versiyonu olmasına rağmen bana hep en güzel cizgi film gelmiştir o. Kral babasına boyun eğmemesi, peşindeki ona uygun görülen eşe aşık olmaması, bunun yerine bir insanoğluna aşık olması, bu isteğimin nedenlerinden. Ama tabiki bu söylediklerim çeşitli versiyonların karmasından oluşan nedenler. Olsun zaten pekte gerçekçi olmasına gerek yok. :)
Bu sevimli MiM'ik içinse teşekkür ederim.

10 Şubat 2011 Perşembe

Sevebilirim

Simler üflenebilir saclarıma çokca
Ve ben bir balık olabilirim akvaryumda
Sırtına tırmanabilirim birden
Ve atabilirim kendimi uçurumdan

Kırmızı bir elbiseyle karşında
Makyajsız durabilirim utanmadan
Topuklu ayakkabılarım
Ve çarpık bacaklarımla

Susabilirim kavga ederken
Ve gülebilirim canın yanarken
Bir papatya falı olabilirim aslında
Sen uzaklara daldığında

Bir yüzük takabilirim parmağıma
Ve kaybedebilirim onu duşta
Bir salıncağın üstünde
Ulaşabilirim göklere

Balonlar bağlayabilirim koluma
Ve patlatabilirim hepsini
Gülleri kurutup saklarım belki
Ve atabilirim sonra çöpe

Kelebek kadar olabilir ömrümüz
Yine de ismimi unutmazsın belki
Ya da çıkmayabilirim hayatından
Haberdar olmazsın gitmediğimden

Sürükleyebilirsin beni peşinden
Ve ben ters yöne koşabilirim
Kokum gelebilir burnuna
Uzansan da tutunamazsın

Yatağımın üstünde ağlayabilirim
Kaybettiğim gençliğime bakarak
Cıplakta olabilirim belki
Ve sadece saçımı okşa isteyebilirim

Kitap gibi okuyabilirim seni
Ve sadece bir cümleymiş gibi davranabilirim
Öldürebilirim seni duraksamadan
Sen beni öldürmeden

Gülüşümü giyebilirsin sende
Gözlerimdeki ışığı ödünç verebilirim belki
Gözyaşlarıma bile dokunabilirsin hatta
Simler üfleyebilirsin saçlarıma çokça

Ve ben, utanabilirim.
Ve ben, kaçabilirim.
Ve ben, unutabilirim.
Ama ben sevebilirim seni çokça

9 Şubat 2011 Çarşamba

AyLoOoo

Bir çok yazımın baş kahramanlardan AyLoo die bahsettiğim Sevgili Arkadaşımı, uzun uğraşlar sonucunda blog açmaya ikna edebildim. Ya da yazmaya belki de. Yanyana otururken ve ben Heroyla bir önceki postta paylaştığım şiiri yazarken, ortaya dökülen fikir, 'Hadi birbirimiz hakkında yazalım' oldu. Biraz liseli tribi evet fakat gerçek dostlarla olunca hiçte liseli gibi olmuyormuşun. Bu Post'ta, beni anlatmış Ayloo, kendi reklamımı yapmak için paylaşmıorum bunu, sizde onun yazdıklarına gününüzün 5 dakikasını ayırın diye paylaşıyorum. Ve başlıyorum.

Nasıl bir anda ayrı zaman geçiremez olduk pek hatırlamıyorum ben. Önemli de değil aslında bu saatten sonra. Arkadaşlığımızın daha yeni yeni başladığı dönemlerde, garipliklerimi gözlerini kocaman kocaman açıp anlamaya çalışan bir insandı sadece. Topik sanırım aramızdaki tampon bölgeydi. Benim uçarıkaçarılığımı ve Aylo'nun ciddiyetini dengeleyen. Bölümden tanıdığım bir isim bir simaydı önceleri. Hep biraz çekindiğim, zaman zaman korktuğum. Pek konuşma ihtiyacı hissetmediğim. Hem o kadar farklı gözüküyoruzki 'Nasıl anlaşacağız' düşüncesi yer etmiş bende. Hem bir de 'Niye anlaşalım.' Genellikle şaklabanlık peşinde koşarım ben. O tevaazu göstermez bu ciddiyetsiz tavırlara. Olmaz biz onunla bırakın arkadaş olmayı, yanyana bile gelemeyiz. Yer bitirir beni, parçalar. İşte böyle gözükür benim Aylo'm dışardan. Öyle herkes kolay kolay yaklaşamaz.

Okul dersler projeler ortak tanıdıklar derken bir bakmışız, her anımız beraber geçer olmuş. Pek yalnız kalmıyoruz ama yinede pek benimsememişiz. Zamanla, ki 'Zamanla' lafından hiç hoşlanmam, farklılıklarımız bizi yakınlaştırdı gitgide. AyLo, farklıdır kızlardan. Öyle onunla oturup makyajdı, alışverişti, saç-baştı konuşulmaz. Zaten anlatsanızda dinlemez, dinlemediğini gizlemez. Hatta sizi ezer, bi  laf söylerki allahınız şaşar. Ama sizi severse ya da sevebileceğini düşünürse, her şeyden önce samimiyetinize ve karakterinize güvenirse, 5 gün hangi çantayı hangi ayakkabıyla giyeceğinizden konuşun. Dinler. Yorum yapmaz belki ama dinler. Sizi değiştirmeye çalışmaz. Olduğunuz insan yüzünden sizi yargılamaz. Öyle bir derdi de yoktur zaten. Ama sizde onu olduğu gibi kabul edeceksiniz. Değiştirmeye çalışmayacaksınız. O size uyum sağlamak istiyorsa o anki ruh haliyle sağlar. He yok sağlamıyorsa, üstüne gitmeyeceksiniz.

Uyuzdur bizim Aylo, tam anlamıyla bir uyuz. Bazen deli eder sizi. Ölümüne saldırmak istersiniz. Sadece sizi terslemek istediği için tersler, gözlerini falan devirir. Ezer, laf sokar. Kelimelerinizi kıfayetsiz bırakır. Ve bundan keyif alır. Fakat bunu yapıyorsa eğer, kesinlikle başka ters giden bir şey olmuştur hayatında. Kesin kafasında dönüp duruyordur bir takım sorunlar. Üstünüze alınmayacaksınız. Soracaksınız ona 'Aylo hayrola yine dellendin noldu?' Siz 'Noldu?' diye sordunuz diye de anlatmaz. Anlatmak istiyorsa anlatır, o an anlatmak istemiyorsa, 5 gün sonra her şey yolundayken bir anda başlar konuşmaya. Bazen onu sinirlendirecek üzecek bir olay olmasına bile gerek yoktur hatta, sadece yataktan ters kalktığı içinde bu moda girmiş olabilir. Üstüne varmayacaksınız. Butun bunları, sizi en iç çemberine dahil ettiği için yapıyordur. Çünkü bilir, siz onu tanırsınız, tanıdığınız için sorgulamazsınız, saçma kız triplerine girip arkadaşlığınızı zedelemezsiniz. Zaten o asla bilerek ve isteyerek sizi rencide etmez. O anda derdi siz değilsinizdir yani. Ama dürüst olacaksınız ona, bozulduğunuz bir şey varsa kuruntu yapmayacaksınız. Açık açık söyleyeceksiniz 'Sen böyle böyle yaptın, böyle böyle dedin' diye. Cümlelerinin altında gizli anlamlar aramayacaksınız, bunu siz yapmayacaksınız en azından. Ne düşünüyorsa söylecek zaten o size.

Dedim ya, diğer kızlar gibi değildir Aylo. Bildiğimiz ölümüne kankit olan kızlar gibi, sizi pohpohlamaz o. Kıyafetinizi beğenmediyse, 'Git değiştir' der, saçınızı beğenmediyse 'Ay ne çirkin olmuşun' der. Herhangi bir konuda yanlış yapıyorsanız çekinmeden nerde yanlış yaptığınızı söyler. Cümlelerini yumuşatmak için kulp bulmaya çalışmaz. Onun arkadaşlığını/dostluğunu herkes kaldıramaz. Yapamaz yani.

Sonra Aylo, kabul etmez onu üzen olayların varlığını. Zordur 'Evet abi üzüldüm koydu baya' dedirtmek, arkadaşlığınızda o noktaya getirtmek. O hep güçlüdür. Bir olay hakkında 2 saat konuşup, 'Yok abi üzülmedim, ne üzülcem' der. Ama gözlerinden anlayacaksınız neye üzülüp üzülmediğini. 'Hyr Aylo üzüldün aslında' dediğinizde susuyorsa, evet o sizin dostunuzdur artık.

Çoğu zaman yanlış anlaşılır Aylo insanlar tarafından kadın/erkek. Kendini anlatmaya bile çalışmaz. Öyle bir derdi yoktur insanlar beni anlasınlar diye. 'Sadece siz anlayın' yeterdir onun için. Öyle çok sosyal bir insanda değildir. Sevmez insanların günlük samimiyet oyunlarıyla uğraşmayı. Yeni insanlarla aynı ortama girdiğinde, susar konuşmaz gözlemler. Herkes gittikten sonra yorum yapar insanlar hakkında. Genellikle doğru çıkar. Hatta onu yeteri kadar tanıyorsanız, yeni insanlarla aynı ortama girdiğinde onu incelemek inanılmaz bir eğlencedir. Hani gözlerinizle anlaşmak vardır ya, ona baktığınızı yakaladığında gülümser, çünkü ne düşündüğünü çok iyi bilirsiniz. Bazen kendinizi kontrol edemez kahkahalarla da gülersiniz. Kimse anlamaz. Deli derler. Desinler.

Hisleri kuvvetlidir Aylonun. Bazen Topikle karşımıza alırız onu sorular sorarız. Hayatımızla ilgili olan şeylerde ne hissettiğini ne düşündüğünü sorarız. Genellikle doğru çıkar tahminleri. Benim için sadece 1 kere yanıldı şimdiye kadar. Erkek arkadaşımla benim için 'Sizden bi bok olmaz' demişti zamanında. Ben üzülüp bunu erkek arkadaşıma söylemiştim. O da 'O kendine baksın' demişti. Sonra ben bu olayı Aylo'ya anlattığımda, bak haksız çıktın dediğimde 'Ne biliyorsun belki ben öyle söylediğim ve o bunu öğrendiği için yoluna girmiştir bazı şeyler. Belki o yüzden toparlamıştır kendini çocuk' demişti. İşte böyle de bir bakış açısı vardır. Farketmediğiniz noktaları yakalar. Hem onun haksız olduğuna şahit olmanız, baya ender rastlanan bir şeydir.

Ayloo çok monoton gözükür dışardan. Fakat bazen bir dediği, diğerini tutmaz. Bugün sevmiyorum der yarın aşığım. Böyle de belli olmaz duygularının onu nereye götüreceği. 'Şöyle şöyle olacak' dersin. 'Hayır kesinlikle olmayacak' der. Olunca 'bak oldu' dersin, güler 'Ne bilim abi ben ya'

Çok ciddi bir yazı oldu. Daha eğlenceli anlarımız, nefessiz kaldığımız zamanlarımız da var. Fakat şaklabanlıklarımla daha eğlenceli bir yazı haline getirmeye çalışmayacağım bu yazıyı. Çünkü Aylo anlayacak. Yazıdan ciddiyet aksa bile o görecek samimiyetimi. Bana 'Yeter' olan tek şey de bu zaten.

Ortak Şiir

Sevgili Hero, ile ortaklaşa şiir yazma olayına girdik gece gece. Hiç tahmin etmezdim, birbirini tanımayan iki insanın bu bütünlüğü yakalayabilceğine. Ama oldu gibi sanki. Asla Hero kadar güzel şiir yazamam orası ayrı ama, onun ve sizin affınıza sığınarak paylaşıyım efenim.


İNKAR
Bu ten bana ait değil,
Dokunduklarına benzetme,
Bu ruh sana ait değil...
Boşuna bakmasın gözlerin,
Bu gözler bize ait değil... (Hero)

Seveceğime inanma,
Bu kalp benim değil.
Hemen inanma,
Bu sözler ben değil.
Fotoğraflarla avutma kendini
Anılar bizim değil......(Firste)

Yarını boşver,
Bir gelecek varsada,
Bize değil...
Susmasın dudakların,
Susamış olsamda,
Bu dudaklar bizim değil...(Hero)

Kurulama saçlarını boşuna
Islandığın yağmurlar
Gökten değil.
Ayılmaya uğraşma yok yere
Zihnindeki şarhoşluk
Şaraptan değil...(Firste)

Bir kadeh kalbime batmış,
Korkma ,
Ellerin kanda değil..
Yine üzerimde geçmiş,
Yıllanmışlığım var..
Senden değil...(Hero)

Duman var yüreğimde
Ateşi senden değil.
Sayıkladığım isim
Alınma senin değil.
Karanlık kırgınlığım
Merak etme sen değil...(Firste)

Ve aslında bir biz var,
Bu dünyada değil...(Hero)


Evet bu son bitiriş cümlesi sanırım satırlarda anlatılmak istenene son noktayı koyuyor. Firste kaçar, Hero kaçar.

6 Şubat 2011 Pazar

Denizkızı

Tükenmişlik çökmüş üstüme, gözlerimdeki mutluluk ise, en büyük çelişkim.
25 saatlik uykular yeter mi 1 günü yok saymaya?
Varlığını yaşamayadığım gün, kayıp mıdır?
Denizkızıydım rüyamda, ahtapotlardan korkan, bir elinde kadehi.
Sonra bir deprem oldu, binalar yıkıldı, sokağa dökülenler vuruldu.
Ve ben bütün korkunç görüntülere rağmen, uyanmak istemedim.
Bilinçaltındaki kaosu, hiç bir şeyi/kimseyi kucaklamadığım gibi kucakladım.
Ordaki karmaşa, gerçek hayatın karmaşasından çok daha kolaydı.
Çünkü kontrol bende biliyordum, istediğim zaman uyanırım.
Kontrol edemediğim hayatıma inat.
Sonunda belki yoluna giriyordur bu deli aklım.
Belki ben farkedemiyorum daha.
İçtikten sonra, hep pişman olurdum ben eskiden, pişman olacağım şeyler yapardım.
İlk defa pişman olmadan kapadım gözlerimi huzurla.
Ondan önce kendime gösterdim belki de.
Sevdiğimde nasıl bir insan olduğumu.
Sevildiğimde nasıl bir insan olduğumu.
Her anı tekrar tekrar yaşadım, yanlış olan bir ayrıntı var mı diye
Bulamadım.
Ondan çok ben kendim şaşırdım.
Deliyim çünkü ben, kendimi her fırsatta sabote ederim.
Etmedim bu sefer.
İstemedim bile.
Zorlanmadım, güvenilir olurken.
Buymuş belki de beni kendime getirecek şey.
Ya da kendimi sabote etmemi, butun mutluluklarımı kaçışlarla bozmamı engelleyecek olan.
Denizkızıydım rüyamda, ahtapotlar yüzünden kendini denize atmaya korkan.
Tek derdim, 'Beni böyle de kabul eder mi?'
Sevdiğim adam..
Aşk bunu yapar.
Sizi değiştirir.
Önceki halinizi, zorla da olsa kabul eden, geçirdiğiniz değişime inanır mı?
Denizkızıyken, sadece onun ne düşüneceğini merak ediyor oluşunuza inanır mı?
Ya da siz kendi geçirmekte olduğunuz değişime inanır mısınız?
Belki de bu değişim artık beni tanımlayan.
Dürüst, sadık, en ufak eğlencesini bile yanında olmayanla paylaşmaya çalışan..
Denizkızıydım rüyamda, yaşadığım ruhsal değişimin somut hali.
Denizkızları iyiliği simgeler masallarda.
Rüyalarda ise hayalkırıklığını simgelermiş.
En çok sevdiği anda terkedilir insan.
O binalar yıkılırken, zihnimde panik zilleri çalmasına neden olan tek isim, kanıtlayacak bana tersini umarım.
Çünkü ben kanıtladım kendimi.
Denizkızıydım rüyamda.

4 Şubat 2011 Cuma

Manyak Manyak Konuşmayın!


Susucam diorum, medyanın kölesi olmıcam diorum, ama olmuo susamıyorum!
 
Ölümden öte köy yok, ölmüş gitmiş bitmiş olay. Hastaneye kaldırılsa, çıkınca kendini savunacak durumda olsa -yinede eleştirmek kimseye düşmez- tamam bi derece namus bekçiliği yapın. Sanki o adam(H.U) her gece tek gecelik hatunlarla yatıp kalkmıo..., çok afedersiniz p..z..klik yapmıo sonra yok 2 senelik anne, evli barklı kadın ne işi var orda, su testisi yol mol ..oh olsun ölmüş demediği kaldı bi insanların. Hakkaten bir erkek hatun peşinde ölünce, o adam evli barklı adam, çocuk babası olmuo dimi? O adamın söylediklerinin doğru olduğu ne malum? Orda mıydınız da böle yok o haklı bu haklı die konuşuosunuz? Nan bu ülkedeki evli, bekar bir çok insan gece dışarı çıktığında 'Bu gece kimi düşürsem acaba?' diye çıkıo.Ölmüolar die onlar çok mu namuslu? Sanki kimse kimseyi aldatmıo, kimse ilk tanıştığı insanla eve otele gitmio dimi? Karabulut içinde 'Erkek arkadaşının evinde ne işi var? Töbe Töbe' diyenler çıkmıştı. Kafayı mı yediniz abi siz? Neyi tartışıosunuz, ölmüş lan işte, ölmüş. Manyak manyak konuşmayın insanın asabını bozmayın. Millete o haklı bu haklı demeden önce, insanlığınızı hatırlayın biraz!
 
Hadi şimdi hepiniz namusunuzla ölün, ben dua ederim arkanızdan! (Ünlem)
Aman bide evlenmeden önce de sex yapmayın, hatta evlendikten sonra da yapmayında çoğalmayın daha fazla!(Ünlem)

Ewlen Kız Bemle!

Son zamanlarda yazdığım yazıların ne kadarda günlük kıvamında olduğunu farkettim şu anda. Eskiden daha farklı yazılarım olurdu. Genellemeler, sosyal içerikler, duygular olurdu yazılarımda. Şiirde yazardım eskiden. Artık pek yazamıyorum şiir. Eskiden bilgisayarımda, blogta paylaşmadığım yazılarda olurdu. Şimdilerde sadece burdakilerden ibaretim.Paragraflar birbirinden bağımsız günlük olaylarla ilgili. 'Drama Queenn' olmayı severdim. Hala öyleyim aslında ama sanırım yazılarımın bu kadar kendimle ve günlük hayatımla ilgili olması, üstüme çöken asosyalliğimle ilgili. Duygularımı şahlandıracak bir olay yaşamıyor oluşumla ilgili.

Lakin dün yine bir dizi izlerken, kafama takılan bir konu oldu. Evlilik meselesiyle ilgili. Şimdi düşünün 2 insanın nasıl hayatını birleştirmeye karar verdiğini. Genellikle erkek hazır olduğunda, kadına evlenme teklifi eder. Kadın kabul eder evlenirler. kabul etmezse ayrılırlar. Ama kimse düşünmez, o kadının evliliğe hazır olup olmadığını. Daha duygusal ve ayrıntılı düşünen varlıklar olduğumuzdan yola çıkarak, kadınların evliliğe doğdukları andan itibaren hazır olduğu düşünülür. Sevgilisinden evlenme teklifi almış bir kadının, 'Ben daha evliliğe hazır değilim, böyle sevgili olarak kalsak olmaz mı?' deme hakkı yoktur. Hiç bir erkek bunu kaldıramaz. 'Ben hazırsam, o da hazır olmalı' düşüncesine sahiptir erkekler, ve eğer bir kadın bu cümleyi kurarsa, muhtemelen o ilişki biter. Kim bilir kaç tane ilişki bitmiştir, zamanından önce edilen evlilik teklifleri yüzünden. Oysaki bir kadın, yuva kurmaya, kariyer sahibi olsa bile bir adamın sorumluluğunu almaya, ona yemek yapmaya, evi temizlemeye ve günlük hayatın ayrıntılarıyla sadece kendi için değil, kocası için de uğraşmaya her zaman hazır olmalıdır. Kadın kısmının hazır olmamaya hakkı yoktur. Hem hep kadınlar hayal kurmalıdır, her sevgilisiyle evlendiğini düşünmelidir. Daha ilişkinin ilk ayında bile çocuklarına isim seçmelidir kadın. Hayatta rolumuz hep bu sanılır. Hem sonra evlilik hep erkekler için bir kafes olarak düşünülür. Kadınlarında aynı şeylerden vazgeçtiği kimsenin aklının ucundan geçmez.

Yakın arkadaşlarımın sevgilileri, ve benimde sevgilim olmak üzere, gençlik arasında sevgiliye yapılan şakalar genellikle hep bu düşüncelerden çıkar. Ben çok şahit oldum, erkeklerin sevgililerine, 'Düğününüze geliriz artık' şakasını yaptığına. Bence büyük terbiyesizlik. Erkek arkadaşımda yapmıştı bunu bana zamanında. Tepki göstermiştim. Tepkime karşılık olarak ise 'Her erkek arkadaşınızla evleneceğinizi düşünmekten vazgeçin artık' olmuştu. Kadınlar hep bunu düşünür sanırlar çünkü. Bende 'Her erkek arkadaşımızla evleneceğimizi düşünmüyoruz tabiki, ama kimsenin karşısına geçipte 'Biz seninle takılıyoruz ya, evlenmeyi düşünmüyorum seninle ama iyi böyle ya!' düşüncesini içeren şakalar(!) yapmıyoruz' demiştim. 'E o zaman siz de yapın' olmuştu bana verilen cevap. Gülüp geçmiştim yine. 'Evlilik' konusuyla ilgili konuşuyor olmak bile beni rahatsız etmişti açıkcası. Daha hazır olmadığım, düşünmeye bile en az 3-4 senemin olduğu bir konu hakkında, baştan 'Her kadın evliliğe hazırdır' yaftasıyla etiketlendiğim bu konuşmada zaten 1-0 yeniktim.

Sanırım kadın milletinin bu konudaki erkeklerden ayrılan farklılığı, bizim düşüncelerimizi çok daha iyi saklıyor oluşumuz. 'Hazır olmama' düşüncesine sahip olabileceğimizi göstersek belki böyle olmayacak. Ama bir kadın hazır olup olmadığını, karşısındakine türlü şakalarla anlatmaya çalışmaz. En azından bu benim için öyle. Hazır değilse, değildir, ama bunu zamansız gelen evlilik teklifinden önce belli etmez. O teklif edilir, cevap 'hayır' ise biter o ilişki. Aslında ne kadar da basit değilmi?

Neyse, bunlara nerden geldim bilmiyorum. Birazdan maskemi takıp okula gideceğim. Bitirme projemle ilgili yapmam gereken şeyler var. Hocayla konuşacağım, bana naptın diye soracak. Hiç bir şey yapmadığımı söyleyeceğimi bilerek gidiyorum odasına. Desemki 'Hocam gelmeden önce oturdum, evlilikle ilgili düşüncelerimi yazdım. İşte budur yaptığım şey' desem, pek hoş başlanmaz sanırım görüşmeye. Ama komik olur orası ayrı.

(başlığı bilerek öyle yazdım, yazım hatası yok!)

Kurt

İzediğim saçma dizilerin bir tanesinde değişik bir şey öğrendim. Gerçekten öyle mi, yoksa sadece senaryo olsun diye mi yazılmış bilmiyorum. Araştırmadım da, üşendim. Google it Yourself!

Kızılderili inanışlarına göre, içimizde 2 kurdun apansız savaşı süregelirmiş. Bu kurtlardan bir tanesi iyiliği, mutluluğu, güzelliği, aydınlığı, diğeri ise kötülüğü, insan egosunu, karanlığı, mutsuzluğu temsil edermiş. Biz hangisini beslersek, o kazanırmış bu savaşı.

Peki ben bunu niye yazdım? Çünkü içimde olan o iki kurdun savaşını artık hissedemiorum. Böyle bi durgunluk. Hiç bir şey yok sanki harekete geçmemi sağlayacak. Mutsuz değilim kesinlikle ama mutlu olmak içinde bir nedenim yok sanki. Mutlu olmak için nedene ihtiyacımın olması çok mu garip? Yaşamak için nedenim yok demek istemiorum çok intahara meyilli bir cümle oluyor (sevmem ben öyle tripleri), ama neden yaşıyorum ben? Mezun olmak için mi? Neden mutlu olmalıyım? Sahip olduklarıma şükretmeliyim evet, bu yazdıklarımla çelişerekten her an zaten 'Allah daha kötü dert vermesin' derim kendi kendime. Şükretmesini çok iyi bilirim. Ama neden işte? Neden odamdan çıkmam gereksin mesela? Sevgilimi görmek için mi? Oda gelebilir. O gelsin. Hatta lütfen gelsin, çok mutluyum onun yanında nedenini bilmesemde. Mesela ayrılsak işte o zaman mutsuz olmak için bir nedenim olur. Günlerce ağlarım heralde. Peki neden hayatımda her şey varken, ben hala mutlu olmak için bir nedene ihtiyaç duyuyorum?

3 haftadır canım, annemin 1 yemeğini çok istiyordu. Bugun yapmış. ' AAa anne yapmışın canım çok istiodu kaç zamandır' dedim. Annemde sasırdı: 'Kızım nie söylemedin, daha önceden yapardım' dedi haliyle. Bende 'Üşendim' dedim. Masada bi sessizlik. Bende şaşırdım aslında neye üşendiğimi düşününce. Annem 'O zaman bundan sonra msg at bari' dedi. Güldüm. 'Ona da üşenirim' demeye dilim varmadı.

Neyse ne diodum, içimde olan kurtlar ölmüş sanki benim, ne çarpışmalarını ne de birbirlerini parçalamaya çalışmalarını duyabiliorum. Hayatımın amacını kaybetmiş gibiyim, kendime bi amaç bulmak istiyorum, ama hiç bir amacı şu odamdan çıkmaya değer görmüyorum.

Nolucam ben ya? Off yeter hakkaten nolucam ben ya? Çok fazla geliyor hiç bir şey hissetmiyor olmak. Çok fazla geliyor kendimle ilgili hiç bir şeye heyecan duymuyor olmak.Çok!

2 Şubat 2011 Çarşamba

Yine Baslıyoruz

Evet yine baslıyoruz. Derslerimi secmeye calıştıktan ve anca 3 tane seçebildikten sonra, danısman hocamın bana yaptığı yorumlar akabinde bir kriz bekliyordum zaten. Yakındı. Adım adım geliyorum diyordu içimde. Nitekim 3 saattir uyumaya çalışıp onun yerine yatagımda döne döne ağlıyordum. Ayrıca makyajımla yatmıştım, çarşafıma aktı. Sıkıntı! Depresyonum çözümsüzlüğüm.

‎12. dönemime girerken pişkin pişkin "Fazladan 1 kredi alamazsın, önüne gelene yalwar yakar ama bence uzar 1 dönem daha okulun" şeklinde konuşan hocaya tepkili olmakta haklı mıyım haksız mı? 22 krediyle bu kız mezun ama 21 kredi alma hakkım var. Dilekçe yazıcam tabi. Yanarım yanarım o 1 kredi için düşeceğim hallere yanarım. Üstelik bu konuşma bana yardım etme amaçlı. Yani gerçekten uyuzluk yapmak istediklerinde neler dediklerini siz düşünün. Ya da düşünmeyin çok sıkıcı vazgeçtim.

Üniversiteden çıktığımızda güya özgüveni tam, hayattan ne istediğini bilen, tuttuduğunu koparan bireyler haline gelmiş oluyoruz. Güya öyle. Ben eğer çıkabilirsem, üniversiteden çıktığımda özgüveni sıfır, hala hayattan ne istediğini çözememiş, yaşama amacını bulamamış, üstüne üstlük hayallerinin peşinden gitmeye bile cesareti ve gücü kalmamış bi insan halinde olacağım.

Sadece zorluğundan bu kadar şikayet ettiğimi düşünen insanlar, aslında ne kadar da basitsiniz. İlk senemde, o kadar farkında değildim ama 5 senedir, 1 tek insan bile mi anlamaz derdimi. Zorluğundan değil benim derdim. Zor olan bir şeyi, kafama koyduğumda yapardım ben. Eskiden babamın, kitaplarımı camdan dışarı fırlattığını bilirim ben ki bunu yaptığında daha 10 yaşındaydım. Kimden aldıysam o aklı, 'Türkiyenin en iyi okullarından birinde okuyacağım ben' diyordum. Okudum da noldu? Daha 10 yaşındayken, haftada 1 saat tv izleme hakkı tanımıştım ben kendime. Türkçe sorularında hata yapıyorum diye oturup sözlük ezberlerdim ve bunu eğlencesine yapardım. İnsanlar Ayşegül serisi okurken, ben Ana Britannica okumaya, anlamaya çalışırdım. Zorluk değil yani benim derdim. Anlayın artık şunu. Yalvarırım anlayın. Bu okul bittiğinde, diğer insanların kutladığı gibi kutlamayacağım ben. Çünkü o diplomanın bana kazandırdığı tek şey mühendislik eğitimi olmuş olacak. Anlattığım gibi mühendislik disiplinine siz daha sokakta ip atlarken, barbie bebeklerinizle oynarken sahiptim ben zaten. Anlayın artık şunu. Daha 2 kelimeyi yanyana getirip, kendini ifade edemeyen beyniniz hayat dersi vermesin bana. Siz daha çocukların nerden geldiğini bilmezken, ben Sofi'nin Dünyasını okuyup bitirmiştim. Bilir misiniz o kitabı? Siz karı-kız-erkek peşinde koşarken ben Kant cevirisi yapıyordum babama. Siz Icq'da, Mirc'te chat yaparken, ben Nasa'ya mail atıyordum( evet gerçekten yaptım).Siz derslerde uyurken, ben de dersi dinlemezdim ama bulmaca çözerdim. Kime bu artisliğiniz? Bir diplomayla adam mı oldunuz başıma?

Ve evet nerden nereye, böyle bir insanken, yaptığım yanlış seçimler beni ne hale getirdi? Kendimi kaybettim bulamıyorum. Düşüncelerim bana o kadar ağırki, altından kalkamıyorum. Ama en kötüsü, insanların sadece zordan kaçtığımı düşünmeleri. Karşıma geçip '1 dönem daha sıkıcaksın kendini' demeleri. Hadi ya? Ben farkında değildim. Tabi ya! Buymuş her şeyin cevabı. Siz önden gidin, ben geliyorum.

Bu arada bilgisayarı tekrardan açtığım gibi Defne Joy Foster'ın vefaat haberini aldım. Bir varız, bir yokuz en nihayetinde dimi? Gidiciyiz yani zamanını bilmeden. O bıcır bıcır insan yok artık. Tanımadığım insan kayıplarından olan Prenses Diana'dan sonra en çok bu ölüm haberine üzülmüş olabilirim. Küçükken hayrandım Prenses Diana'ya. Öğrendiğimde niye bilmiyorum, yıkılmıştım. Defne Joy'a da o kadar üzülmüş olabilirim. Allah rahmet eğlesin.

Bir Cümle

Ben hiç bir zaman kindar bir insan olduğumu inkar etmedim. Bana yapılan kötülükleri içimde hırs yapıp, hiç bir zaman karşı tarafa zarar vermeye calışmadım fakat kalben ve ruhen rahatlamak için sivri dilimi kullandığım gerçeğini hiç yalanlamaya çalışmadım.

Erkek arkadaşım ve bir arkadaşı oturmuşuz yemek yioruz. Birden bi muhabbet açıldı. Konu:

Kız kardeşin olsa, erkek arkadaşı olmasına laf eder misin? İzin verir misin? Görsen naparsın? gibisinden sorular. İşte diğer arkadaşın, kız kardeşi var zaten. 'Abi kötü oluyorum konuşmayalım. Görsem huzursuzluk çıkartırım, nolur görmiyim duymıyım bilmiyim' şeklinde cevaplar vermekte. Sonra erkek arkadaşım (of böle demeyi de hiç sevmiorm, takma ismi bundan sonra 'Nesquik' olsun.Evet gerçekten öle olsun),
'Abi erkek arkadaşı olmasında sıkıntı çıkarmam ama eğer o çocuğun, kardeşimi üzdüğünü, ağlattığını görürsem, işte o zaman sıkıntı çıkartırım' şeklinde bi cevap verdi. Bu arada kendisinin kız kardeşi yok. Ben ilk başta durdum, gerçekten durdum. Bişi dememek için kendimi tuttum. Ama olmadı be kankitler. Gerçekten olmadı.
'Madem böyle düşünüosunuz, o zaman siz neden kız arkadaşlarınızı üzüp ağlatıosunuz? Siz nie her zaman doğru davranmıosunuz o kızlara?' dedim. Herhangi bi amacım yoktu aslında. Huyum kurusun otomatik yapıorum. Nesquik çok bağırır, çok sinirlenir kavga ederken beni çok üzer. Gerçi 1 sene de öyle kavga en fazla 3 ama olsun. Bozuldu orda bi bana, 'Nie ben seni çok mu üzüorumda böyle suçluosun beni?' dedi. Bende 'Yok genelleme yaptım, daha önceki kız arkadaşlarından bahsettim'  falan dedim ama mesaj ulaştı bi kere. Sonra durdu 'Hem senin abin yok, sen sayılmazsın' dedi, güldü saçımı okşadı.Geçti öyle, uzatmadım. Tadımız kaçardı çünkü ben biliyorum kendimi. Ama artık bu bende senelerdir savunma mekanizması olmuş. En ufak saçma bir muhabbetten bile ince mesaj vermenin yolunu buluyorum. Üstelik istesem de kendime engel olamıyorum zaten.

Neyse, öyle yani, abim yok diye 'üzülmemesi gereken kız rolu' bana çok görülmüş oldu yani bu gece şakayla da karışık olsa. Bu kadar kötü anlattığıma bakmayın, aslında beni hep el üstünde tutmaya, kırmamaya, istediklerimi yerine getirmeye çalışan biri kendisi. Ama arada benim böle hatun  damarım tutuo işte. Bir de bana bu cümleleri kurdurtacak kadar bağırıp çağırmasa 4/4'luk olacak ama o da nazarlığımız heralde.

30 Ocak 2011 Pazar

Üzülsem mi?

Evet bu haftada cuma ve cumartesimi WoW oynayarak geçirdim. Ve gerçekten eğleniyorum, arkadaşlarım var tabi ( erkek arkadaşımda dahil bu arkadas grubuna). Neyse zaten şu anda açtığım birayı da sırf evde ice tea yok die açtım. Uzun zamandan sonra çikolatalı süt olmayan bişi içmek istedim çünkü.

Aslında dışarı çıkabilirim. Haywan gibi içip sapık gibi dans edebilirim ve aslında nasıl öyle bişiye ihtiyacım olduğunu anlatamam. Küçük beyoğlunda 3 Long Island içmek istiorum, üstüne 1 bira çaktım mı zaten bu ben kayıp. Sonra yakın bi erkek arkadas bi hatun begenir ' Bana ayarlasana' der. Bende o kafayla giderim kızın yanına. 7 senelik üniversite hayatım boyunca daha bi hatunun yanına gidip, onu bizim çocuklardan birine ayarlayamadan döndüğüm olmadı. Ya ben iyi yapıorum şu p.zevenklik işini( evet anlamadınız o kelimeyi ve ben aslında küfür kullanmadım) ya da butun arkadaşlarım inanılmaz yakışıklı. Ben ilk seçeneğin dogru olduğuna inanmak istedim şu anda. Sonra ben olayın gazına gelip, çevremdekilerle biraz fazla samimi olunca erkek arkadaşmla bi kavga ederiz, butun Taksim dinler, geceye imzamızı atmış oluruz. Alkolunde böyle bi pisliği var işte.Arkadaşlarıma yarıo orası ayrı.

Asıl bu kız ayarlama olayıyla ilgili bi hikaye anlatmak istedim. Bundan yaklaşık 3 sene önce falan. Hemen anlatıyım. Kız kıza çıktığımız gecelerden biriydi ve bana bir grup insan o 'ayarlanacak olan kız' rolunu uygun görmüşlerdi. Bi kız gelmişti yanıma, amaç belli. Kime neyi yedirmeye çalışıosun sen? Baya eğlenmiştik. Baktım kız çok çaresiz ben çok çetin çıktım, kız da arkadaşlarının yanına eli boş dönmek istemio, kıza 'Bak canım bu numaralar bana sökmez, sen giderken ben 2. tura çıkmıştım ama şu çaprazımızda duran kız aranıyo sen bi git onu dene istersen' demiştim. Cesarete koş. Kız böle ' Ikkk mıkk' falan derken, 'Yok sen yapamıcan bu işi' diyip o aranan kızın yanına ben gitmiştim. Sonuç bana yazan çocuga kız ayarlayan kız rolune bürünmüştüm. Gece sonu alan memnun, veren memnun, benim kafam rahat. Bizim kızlar kopmuş yerlerde gülüyolar falan. Bu olaydan 2-3 hafta sonra bi çocuk eklemişti beni Fb'den. Bende tanımıyorum diye kabul etmemiştim. Sonra çocuk msg atmıştı: 'Hani o gece bana bi kız ayarlamıştın ya' die. Yememiş içmemiş beni bulmuş çocuk. Arkadaş olduğumuzu falan düşünmüş. 'Yasık' demiştim içimden.  Çok enteresan bi insanmışım nan. Baya garipsedim kendimi şu anda. Eğlenceliydim zamanında. Şimdi dışarı çıkasım bile yok. Aslında var da, bi önceki paragrafta anlattım, gücüm yok sanırım. Hem hareket etmeye, hem de insanları organize edip dışarı çıkarmaya. Biri dürtüklemeyince bizimkiler öle bi anda plan yapmaz. Eskiden yapardık, 10 dk içinde 30 kişi olup dışarı çıkardık. Şimdi 2 gün öncesinden 4 kişi olamıoruz. Heralde bizden geçti artık. Küçük nesillere bıraktık meydanı ama onlara da yasık nitekim +24 yasası çıktı. Gerçi o yasağa Taksimde ne kadar uyulur orası muamma.

An itibariyle, bu gecelik sosyal aktivitemi blogta yazarak yaşamış olduğumu farkettim. Sanki dışarı çıkıp rahatlamış gibi hissettim bi anda kendimi. Şimdi buna üzülsem mi üzülmesem mi bilemedim. Nitekim hakkaten oyun oynarken, şu anda Taksimde olduğumdan daha cok eğleniceğimi hissediyorum. Ama saat itibariyle düşündüğümüzde, eğer şu anda Taksimde olsam, zaten çoktaaaannn beyni bırakmış, geriye kalan çok az şeyle hayatıma devam ediyor olurdum. Yani bu karşılaştırma pek gerçekçi olmadı benim için.

Neyse ben oyuna dönüyorum. Ama en kısa zamanda sosyalleşmem gerektiğinin de farkında olarak.
Bu kadar. Bitti. Sadece bunu paylaşmak istemiştim aslında.

27 Ocak 2011 Perşembe

MiM (Neden Geldik?)

Sevgili Laliş mim'lemiş beni. Mim konusu, Dünyaya neden geldiğimiz? Sanırım beni en çok etkileyen mim'lerden biri, öyleki "MiM'îk" diyerek içine espri bile katmamam gerektiğini düşünüyorum.Beni en çok etkileyen Mim olmasına karşılık, en kısa ve öz yazacağım mim konusu da bu olacak. Konuşacak bazen dolu bazen boş bir sürü konum olmasına rağmen, işte böyle derin bir soruyla karşılaşınca kendimi anlatmakta güçlük çekiyorum. Ya da belki güçlük çekmemle alakalı değil de, kelimelerin bazı anlarda ve bazı sorular karşısında kıfayetsiz kalıyor oluşuyla alakalıdır. Şahsen bu mim hakkında yazacağım şeyleri düşünürken allak bullak oldum. Daha önceden düşünmemiş değilim, fakat daha önceden kimseyle paylaşacak kadar açmamıştım kendimi. İnsan içinde olanları her zaman kelimelerle algılatmaz çünkü zihnine, zor olan doğru kelimeleri bulup seslendirmek. İşte benim cevabım;

Bir var bir yok isek, Neden geldik Dünya'ya? Madem bir an için göklerde, herkesin üstünde, bir an sonrasında toprak altında isek, ne için uğraşıyoruz?

Ben her zaman Dünya'ya bir iz bırakmak için geldiğimi düşünürüm.Daha o izin ne olduğunu bulamadım sadece .Dünya'da ufakta olsa bir değişiklik yapmaya geldim fakat nerden başlayacağımı bilmiyorum. Fark yaratmaya geldim. Hayatım bu kadar klişelerle dolu iken bu farkı nasıl yaratacağımı bilmesemde, bir şekilde, bir yerlerde, benim zamanımdan çok sonra bile ismim anılcak diye düşünmek 'yokolma' düşüncesiyle başa çıkmamı sağlamakta nedense.

Evet bu mim benim için burda sonlanmakla beraber, blog cevresinde tanıdığım herkes çoktan mim'lendiği için, okuyan yazmak isteyen herkes yazabilir. Telif hakkı Laliş olmak suretiyle tabiki.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Bitmişim

Geldiğim günden beridir (20.01.2011 perşembe) evden çıkmayan bir ben yarattım kendime. Hasta oluşum buna vesile olmuş olabilir fakat hasta olmasamda evden pek çıkasım yoktu zaten. Dün gece çıktım bir arkadaşın evine gittik toplaşıp kızlarla. İyi oldu çok güldük çok eğlendik. O planda olmasa bir 5 gün daha evde otururdum.

Hiç bir şey yapmak istemiyorum. Yazı yazmak istemiyorum, okumak istemiyorum, makyaj yapmak istemiyorum, makyajı silmek hiç istemiyorum, saçlarıma fön çekmek istemiyorum, kimseyle konuşmak iletişim kurmak istemiyorum, uyumak istemiyorum, dizi izlemek istemiyorum, annemin odama girip beni taciz etmesini hiç istemiyorum,banyo yapmak istemiyorum,bilgisayarı açmak istemiyorum, telefonla konuşmak istemiyorum, herhangi bir şekilde dışarı çıkıp arkadaşlarımla buluşmak istemiyorum, sinemaya gitmek istemiyorum, içmek istemiyorum, sarhoş olmak istemiyorum, hiç bir şey istemiyorum. Ve bütün bu isteksizliklerimle o kadar mutlu bir beraberliğim var ki, şikayet etmek bile istemiyorum.

Tribindeydim!

Şimdi yine evdeyim, isteksizliğim bir derece azalmış durumda. Bir de keşke annemin beni darlaması azalsa. Hiç konuşmuyormuşum kendisiyle. Hayır sanki biz evde böle 15 kişi yaşıyoruz, hepsiyle 24 saat muhabbet edip dedikodu yapıorum bi tek onla konuşmuyorum. Telefonla bile konuşmuyorum kimseyle. Bi rahat ver anne ama konuşasım yok işte. Cırcır böceği gibi devamlı mırıl mırıl bişiler söyluo, devamlı bi sorular sorular. Bi de o sorular asla asla asla asla bitmiyor. 'Yarın ne yapıcaksın?' dan başlayan bir soru maratonunun 'Arkadaşının sevgilisinin kuzeninin sevgilisi ne iş yapıyorki?' kıvamına geldiğine şahit oldum ben. O sorulara izin versem, yine öyle olacak. Gücüm yok. Dışarda ne kadar şen sakrak, salak neşeli isem, evde bir okadar sessiz, tepkisiz bir insan oluyorum. Ailemi sevmediğimden yada huzursuz olduğumdan değil. Sadece öyle olmaya ihtiyacım var, güç topluyorum dışarıya. Ev benim alanım. Hiç bir şey yapmadan sadece durarak huzur bulduğum tek yer. Sessizliğimi bozmasa ne güzel olacak.

Yani ben bitmişim de ağlayanım yok, ama cırcır böceklerim hep benimle gibi bir durum.

20 Ocak 2011 Perşembe

Döndüm!

Evet an itibariyle tatilden dönmüş bulunmaktayım. Hatta daha bavulumu bile boşaltmadım, gerçi zaten o eylemi ben genelde pek gerçekleştirmem. Kirlileri attıktan sonra, annem cinnet geçirene kadar o bavul odanın tam ortasında durur, ben kıyafetlerime ordan ulaşırım. Şimdi hazır tam dönmüşken bir tatil özetini yazıyım dedim. Malum özledim yazı yazmayı.

Efenim şimdi biz 6 erkek, 2 kız olarak gittik bu tatile. Günler genellikle gruptaki diğer kız ve ben olmak üzere geçti. Çünkü erkekler iyi biliyordu board kaymayı, biz onlara hiç bulaşmak istemedik. Onların da bize bulaşmak istememesi isabet oldu. Çünkü biz 1 saat pistte debeleniyorsak 2 saat oturup muhabbet ediyorduk. Mutluyduk huzurluyduk. Ders aldık zaten ilk 3 gün. Sonra kendimiz in çık in çık. Fakat bizim bu huzurumuz bir erkek arkadaşın bizim gruba dahil olmasıyla bozuldu. Bu arkadas ismi lazım değil, meğersem bir kız çocuğuymuş. Devamlı şikayet, devamlı şikayet. Bir insan tatilde nasıl bu kadar memnuniyetsiz olur? Onu geçtim devamlı bir 'Hadi hadi hadi' modu. Sanki kendi çok biliyormuş gibi bize kayarken direktif vermeler. Biz kendi kendimize mutluyuz. Kalkınca düşmeden, yuvarlanmadan o pistten aşağı inmeyi başaran bizler, bu çocuk etrafımızdayken devamlı yerdeyiz. Hayır madem bu kadar iyisin neden bizimlesin? Git kay diğerleriyle. Yok. Bizi darlamaya gelmiş. Kaptırmışım gidiorum arkamdan 'Firsteeeee şöle yap böle yap' Güm yerdeyim. Nays! Thank you!
En sonunda ben erkek arkadaşıma şikayet ettim 'Alın şunu başımızdan diye'. Meger diger kız da erkek arkadasına şikayet etmiş. Ama o çocuk bizim başımızdan alınamadı. 2 gün çocuk yokmuş gibi davrandım şahsen. Öle de pis bi huyum var benim. Direk engelliyorum zihinde birine sinir olunca. Görmuyorum, duymuyorum, bilmiyorum.
Ama en sonunda dayanamadım, patladım. Hemen anlatıyorum. Şimdi böle tam kayıyorum, öğrendim lan modundayım. Hızlandım hızlandım, sonra boardun iç kenarı takıldı kara, ben dizlerimin üstüne bir kapaklandım, böyle bir acı yok arkadaş. O diz kapaklarımın yerinden çıkıp tekrar yerine oturma sesini duydum içimde. Düştüm ve kaldım. Ama hareket edemiyorum acıdan. Kendi kendime 'Hüüüü hüüü' diye ağladım kaldığım yerde ama çaktırmıcam ya güya kimseye, insanlara 'Bişi yok' falan diyorum. Bu kız çocuguda benden önce inmiş aşağıya cafede beni bekliyor. Neyse sonra ben toparladım kendimi, nefes alabilmeye başladım, çıkardım boardu, yürüyorum ama her adımda vücut kilit. Neyse oturdum. oturduğum gibi bunun yanında ağladım yine. Öyle şımarıklıgımdan, dayanıksızlığımdan değil. Yoksa zaten 4 gün boyunca ben hep yere çakıldım çakıldım kalkmasını bildim, hiçte ağlamadım. Ama arkadaş bu acının tarifi yok. Ağladığım belli olmasın falan diye kar gözlüğünü çıkartmıyorum bide. Çok gururluyum. Bu kız çocuğunun da geldiğimizden beri kolları ağrıyor, birde kaburgası (onu unutamam) Bizimde ağrıyo ama biz şikayet etmiyoruz, zaten bu iş düşe kalka öğrenilcek yani. Mesela benim vucudumda varlığından haberdar olmadığım kaslarımın bana yaşattığı ağrı gerçekten anlatılmaz yaşanır. Bu arada popom da bildiğin mor artık, ama şikayetim yok. Bilerek girdik bu işe. Neyse benim durum bu, diğer kız arkadaşta durum bu. Bir arkadaş omzunu çıkardı, bir arkadaş yüzünün sol tarafını parçaladı ama kimse şikayet etmiyor. Herkes eğlenmeye devam ediyor. Neyse efenim bu yüzünü parçalayan arkadaş geldi yanımıza o sırada, bu kız çocuğu olanda başladı kollarım da kollarım. 'Yok ben kaymıcam' demeler falan. Kimse sallamıyor, çünkü baydık artık. Bu 1 saat falan şikayet şikayet şikayet. En sonunda durdum 'Abi bu ne böle karı gibi söyleniyosun geldiğinden beri, ben burda acıdan nefes alamıorum ağzımı açmadım.Yeter ya' demiş bulundum. Yüzü parçalamış arkadaşta bana katıldığını belli eder gibi kafasını salladı karşımda. Sonra kız çocugu sustu. Okuldan tanıdığım tesadüfen orda karşılaştığımız insanlar geldi yanımıza muhabbet şakalar güldürmeceler. Bir ara duydum bizim kız cocugu, yeni tanıştığı birine bahsediodu kollarından.

Neyse efendim, genel olarak pistte değilsem, yatakta geçirdim tastilin büyük bir bölümünü. Şu anda dizlerim şişmiş durumda, yürürken baya canım acıo. Zaten morarmışlar. Kollarım ve sırtımdaki kasların her biri sızlıyor ve popom mosmor. Belli anlarda 'Ben niye girdim bu işe, kayaklarımla mutluymuşum' aslında desemde, board olayını baya sevdim. Ama çok korkuyorum. Hep bi tereddüt, Tereddüt olunca kurtuluşun yok yerdesin zaten. En son gün erkek arkadaşımla çıktık bi yere, ordan inerken gerçekten onun için üzüldüm. 'Şunu yap bunu yap' diyor ama ben kesinlikle vücüdu kontrol edip onun dediklerini yapamıorum. 2-3 dakikada inebilceğimiz yerden heralde yarım saatte indik. Saolsun kızmadı bana. Hatta 'Aşkım dediklerimi son anda yapmaya başlamış olmasan ne güzel öğrenmişin işte' bile dedi. Hihi.( Kalp ) Bu arada son anlarda onun dediklerini yaptığımın kesinlikle farkında değildim, sadece düşüp kafamı gözümü yarmamaya çalışıyodum. Bu arada sakatlanmadan kurtarıcı motorlarına binen tek insan benim heralde. Bir yerden inerken baya hızlanıp öyle devam etmem lazım sonraki düzlüğü aşabilmem için ama imkan yok cesaret edemiyorum. Böle oturdum pistte bakıyorum. Erkek arkadaş 'Hadi aşkım hadi sevgilim yaparsın bak yanındayım' dio ama nafile. Sonra yanımızdan bu motorlardan biri geçerken, en şirin ve sevimli halimle 'Abi beni şuranın sonuna götürür müsün hüüü' dedim. Adam da gülüp 'Hadi gel' dedi.(Normalde eğer birini alıyorlarsa, o kişinin sakat olması ve doktora götürülmesi gerekirmiş) Ben bindim sonra motor hızlanınca çığlık attım falan. Öle yani. Hızdan bu kadar korkuyor oluşuma rağmen bu sporu yapmaya inat etmiş olmamda efsane.

Neyse şimdilik bu kadar. Sağlam gittim hala tek parçayım fakat parçalarımın sağlamlığı tartışılacak durumda olarak geri geldim sonuç olarak.

14 Ocak 2011 Cuma

Kimliğimi açıklıorummm!!


Kimliğimi açıklamaya karar verdim en sonunda.
Evet bu resimde neye benziyorum göreceksiniz artık.
Sokakta peşime düşmeyin ama.
(Kendimi çok önemli biri sandım nan!)
Evet işte bu ben!
Yanımdaki de sevgilim!
Benım kucagımda laptop var.
Onun elinde playstation kolu.
O kolu yedim bitirdim.
Ayrıca elbisem de simli simli.

(Gerçek resmimi koyacağıma inanmış mıydınız gerçekten?)

Şaka! LoL!



SacmaSalakSapan

3 S kuralı uygulamak istiyorum bu yazımda. Sacma olsun.Salak olsun. Sapan olsun.
Yazın misafirliğini yaptıgımız kamptada 4 D kuralı vardı.
No Driving (araba kullanmak yok)
No Drinking (içki yok)
No Dating  (flört yok kısaca)
No Drugs  (uyusturucu yok)
Tabiki sadece sonuncu kurala uyuyoruz biz her sene. Misafirler yabancı oldugu için ingilizce kusura bakmayın.

- Hiç bir şey yapasım yok bu aralar. Tatil zamanı olmasına rağmen, artık benimle bütünleşmiş bir halsizlik, isteksizlik belki de bir depresyon mevcut bünyemde. Oyun oynamak bile yorucu oturduğum yerden. Oyunun haritasında dolaşırken bile, sanki ben hakkaten o yolları katediyormuşum gibi yoruluyorum. Öle bişi. Ayrıca 3 günden beri evden çıkmadığımı farkettim. Bir 3 gün daha çıkmasam şikayet etmem.

-Derslerim hala açıklanmadı. Sadece 1 tanesinden DC geçmişim. Olsun zaten F bekliyodum. Hocaya mail bile atmıştım. Cevap vermemişti. Kesin kaldım die düşünürken o not ilaç gibi geldi. Mezun olmak için yükseltmem gereken ortalamam 1.79a düştü. Önümüzdeki dönem işala. Birde derslerin açıklanmamasına rağmen, sistem kendi kendine çöktü yine ders seçim zamanı olduğu gibi. I hate you e-dönüşüm.

- Üst kat komşumu Fb'den ekledim, hemen kabul etti. Yani o da benim gibi uyumuyor. İkimizde camdan sigara içiyoruz. Aramızdaki tek fark, onun külleri benim pervazıma konuyor. Şikayet etmiyorum. Rahatsız bile olmuyorum. Bir de istanbulun göbeginde bizim apartmanda telefon çekmediği için ikimizde cama çıkıp konuşuyoruz. Muhtemelen birbirimizin sırlarını, bizden iyi bilen yok. Nitekim sanırsam ikimizin de camı her daim açık.

-Hiç bir şey yapmak istemediğim için sıkılıyorum. Mesela bu geceden de sıkıldım. Bence bitebilir artık. Yeni bir dizi keşfettim ama onu bile açmaya üşeniyorum an itibariyle. İzlemek nası zor gelio anlatamıcam bide. Tek istediğim şey, başını yastıga koyduğu gibi uyuyabilen ve türlü rüyalar gören bir insan olabilmek. Rüya kısmı tamam ama uykuya dalma kısmı bende çok sıkıntı. 4 saat uyuyorsam, 3 saati uykuya dalmakla geçiyor. Çok yorgun olmam lazım, ama insan oturduğu yerden yorulamıyor pek. Gerçi popom uyuşmuyor değil artık.

-Bu kış diğer kışlardan farklı olarak hiç hastalanmadım. Bir kaç gün sonra gideceğim kayak tatilinde bu açığı kapatırım gibi geliyor bana. Kayağı bırakıp, snowboarda geçeceğim bu kış. Yeni masraf kapısı. Öğrendikten sonra illa kendime takım almam lazım. Bir de spor klubune üyeliğimi yeniletmem gerekiyor. Yine masraf. Yasık babacığım. He o da gelmek istiyormuş. Gidip fiyat alacağım ikimiz içinde. Fakat spora gitmek benim için sosyal bir aktivite olduğundan ve nerdeyse butun arkadaşlarım aynı yere gittiğinden, babamın sosyal hayatımın bir bölümüne şahit olacak olması biraz sıkıntı. Olsun kıyamam ben ona. Allahtan erkek arkadaşım spor salonunu değiştirecekte yakalanmaktan kurtulucaz. Bu ayrıntıyı onla paylaşmadım daha. Söylersem kesin başka bi yere gidicek, biliyorum. Şu anda düşünme aşamasında.

-Yine hayatımı sadece kakaolu süt ve yeşil zeytin ile devam ettirir oldum. Yemek yemek çok zor geliyor. Ağzına atıcan, çiğnicen, yutucan. Gerçi hiç yemiyor da değilim ama bir öğün falan. Hatta yarım öğün. Bu kadar az beslenirken hala nasıl hastalanmadım bir daha şaştım kaldım afalladım.

-5 dakikalık bir iş yüzünden dünya kadar taksi parası vermemek için, o 5 dakikalık işi yaklaşık 3 haftadır erteliyorum. Üstelik gitmem gereken yere de gittim aslında bir kaç kere. Bir sefer derdimi anlatmaya üşendiğim için girmedim dükkana, bir sefer kapalıydı ve başka bir seferr...hmmm...neydi lan? Ha tamam üşendim işte. Ama sanırım yarın büyük gün. Of düşününce bile kendimi yatağa atasım geldi. İş ne mi? Lastiği kopan tokamı geri verip yenisini alıcam. Gülmeyin. Çok para verdim o tokaya. Garantisi bile var işte. Siz düşünün. Öle yani.

-Ağzı hafif aralık yada öpücük yaparak fotograf çektiren kızlar aslında hiç sexy değilsiniz. Üzgünüm birinden duymanız lazımdı bunu. Çok salak gözüküyosunuz ayrıca. Bu yazıdan daha salak, öyle diyim. Nie normal bir poz vermiyorsunuz? Ya da poz vermeme pozu da verebilirsiniz. Hani sanki 'Fotografımın çekildiğinin farkında bile değilim kanka' tribi. Ben onu çok severim mesela. Gerçekten. Yaparımda. Ama dudaklarımı aralamam, yalandan bir öpücük atmam makinaya. Sizde en kötü poz vermeme pozu verin. Porno yıldızıymışınız gibi fotograf çektirmeyin. Çok klişe, enteresan bile değil.

-Tamam gece hala bitmedi, ama bu yazıyı yazarken 15 dakika falan geçti. Şimdi fb, twitter bi 15 dk öldürsem, sonra bi wc(2-3 dakika), sonra gücümü toplayıp 1-2 bölüm dizi seyretsem 1.5 saat, sonra tekrar fb ve twitter 15 dk. Anca saat 3.
Yok olmuyor bu gece geçmiyor. İleri alınmıyor mu bu hayat lan?
Tamam susuyorum. Amacıma ulaştım. SacmaSalakSapan.(nokta)

13 Ocak 2011 Perşembe

Dayanamadım!!!

Bir kaç gündür yazmamak için kendimi tutuyorum. Nitekim ilerde Turkiye'nin durumu, şu blogta yazdıklarımız yüzünden bile bizi içeri attıracak konuma erişebilir. Hem ben adam öldürmediğimden dolayı, Af'la da çıkamam.

Sinirleniyorum ben bu ülkede olanlara. Ama en çok insanların cehaletine. Bir de 'Bize dokunmayan yılan 1000 yaşasın' mantığına. Tamam insanlar Fb olsun Twitter olsun çeşitli şekillerde tepkilerini belli etmekteler yeni yasa tasarılarına ama azınlıkta kalmakta. Ve en buyuk tepki içki yasağına gelmiş bulunmakta. Neymiş efendim tepkimizi belirtmek için belli alanlarda cmts gunu içecekmişiz butun gençlik. Gençliğe bak, silahlandırılan bir gençlik. Dili, dini, ırkı bölünen bir gençlik. İçkisine dokunmadan, tepki vermeyi akıl edemeyen bir gençlik. 'İçkime karışma' diyen bir geçlik. "Bağımsızlığımıza, özgürlüğümüze, anayasamıza, ordumuza, dilimize karışma" *, demeyen bir gençlik.

Bu içki yasasına bende çok sinirlenmiş bulunmaktayım. Yalnız içki içemeyecek olmaktan dolayı değil. Bu yasa tasarısındaki amaç, içkinin engelenmesi değil çünkü bana göre. Kır düğünlerinde, sergilerde, kokteyllerde ve aynı zamanda 24 yasın altındaki bir insanın gidebilceği her yerde (ki bu hakkaten her yer) içkinin yasaklanması demenin asıl meali:

"İçki fiyatlarını artırdık yetmedi. Vergileri çoğalttık yetmedi. Alın biz de böyle yaparız, o içkiyi içirmeyiz size pis kafirler, dinsizler, imansızlar"

Düğünlerde içknini yasaklanması bir yana ( ki benim hayalim kır düğünüydü ama alkolsuz olmaz o iş), sergilerde ve kokteyl'lerde yasaklanmasına kesinlikle mana bulamıyorum. Hani amaç toplumun huzuru ise, (alkol içen adam huzursuzluk yaratır) kaç kişi, bir sergiye gidip köpek gibi sarhoş olmuş ve huzursuzluk çıkarmıştır. Ha bu arada o denize karşı rakı-balık keyfini de unutun artık. Kaldıki, mantık bir şeyleri zorla yaptırmak olduğu için, ilerde de kapanmayı zorunlu hale getirebilirler. 24 yasın altındaki insanların çevresinde cinsel obje olmasın diye de bir açıklama getirebilirler. Peki biz napıyoruz? Gençlik hani Biz. Biz içiyoruz. İçelim ki kafamız güzel olsun, zihnimiz uyuşsun düşünemeyelim diye içiyoruz. Ha bu arada evet ben 24 doldurdum istediğim yerde(!) içebilirim ama bir çok arkadasım 24 olmadığı için sanırım benim onların yanında içmem YASAK!. Evlenme yaşı 18 bu arada. Yaş 19 olunca da belimize silah takabiliyoruz. İçki yasak ama at, avrat, silah serbest. Yaşasın liberalizm!! ( Her şey burdan başladı aslında dimi?) Liberalizm olgusunu tümden karalamış değilim şu anda. Ama daha liberalizmin ne olduğunu bilmeyen insanlar, zamanında 'Hepimiz liberaliz lan' diyerek, günümüzdeki yasaların ortaya çıkmasını sağlayacak olan temellerin atılmasını şiddetle savunmuşlardı. Evet çok liberalsiniz bebeklerim, şimdi birbirinizi vurun, içki içmeyinki hedefinizi 12den tutturun. Sonra gidip 3 kadın alın. Olur yani. O da olur nasılsa 2-3 seneye. Siz liberaldiniz belki ama karşınızdakiler sadece bunu kendi amaçlarınca kullanan, sizi bölmeye, birbirinize düşürmeye çalışan insanlar olmakta beraber, bunu çokta güzel başarmış durumdalar. Şimdi istediği yasayı çıkartsınlar, sizi ayakta m.ksinler, hadi sıkıysa sesinizi çıkartın şimdi. Adamlar cemaatlerde yetiştirdikleri, beyinlerini yıkadıkları müritlerini silahlandırıp üstünüze salsınlar. Aferin! Nice Job!

Seriatçıların devlet bakanı, fetullahçıların polis, katil ve sapıkların Af'la serbest bırakıldığı, terör yanlısı olduğu apaçık olan insanların cumhurbaşkanı ya da başbakanla (unutmuştunuz değil mi?) özel olarak yemek yediği, Anayasa'nın  ilk 3 maddesinin bile değiştirilmeye çalışıldığı bir ülkede, tek derdimizin içki yasağı olması sizce de pek acınası değil mi?

*: Alıntıdır.

11 Ocak 2011 Salı

MiM'ik (6) Sarkı Sozleri

Şimdi öncelikle benim yazacagım sarkı sözleri yabancı olacak, cünkü playlistte türkçe şarkı yok onu farkettim. Benim ayıbım. Sevgili Hero'dan gelmiş yine mim'ik.

I don't know why he seems convinced I'm lying
I should know better not to talk to loud
Are you still reaching out, can you hear me scream

We might as well be living in a another time
Don't think that I can take another empty moment
I'm gonna give all my secrets away, this time, don't need another perfect lie
Her dreams come crashing down like a burning sky at night
I told myself I won't miss you

All the right moves in all the right faces, so yeah, we're going down
Are we just sinking the ocean of faces?
I need one more chance to be near you
And the longer i wait the harder i'm gonna fall
I miss the life, I miss the colours of the world
Baby I'm a man, I was born to hate
'Cause a bottle of vodka is still lodged in my head
Underneath the stars here's a little heart for you
Here is where the sky gets lonely, here I dissappear
There was snow, white snow
I don't want to be a soldier, who the captain of some sinking ship
You think I'm weak,but I think you're wrong
I'm getting old and I need something to rely on
And their tears are filling up their glasses

The dreams in which I'm dying are the best I've ever had
I'm not asleep but I'm not awake after the way you loved me
And you can't fight the tears that ain't coming or the moment of truth in your lies
When everything's made to be broken I just want you to know who I am


Sanırım bu kadarı simdilik yeterli. Ama Mim'iki biraz bozdum bazı sarkıalrdan dayanamadım 2-3 satır aldım. Tek satır almak yetmedi. Genellikle en cok sevdiğim satırları aldım bütünlüğü bozsalar bile. :)
Hiho.
Yazması en eğlenceli mim'ik buydu sanırım benim için. Ama uzun sürdü. Olsun.Çok keyifliydi. Herkese tavsiye ederim. Ortaya çıkan sey insanı baya bir şaşırtmakta.
Hiho

MiM'ik (5)

Soru cevap bir mim'ik daha. Sevgili Laliş'e  teşekkürler. Ama şu anda ciddi olmak istemiyorum pek. Saçmalayabilirim.

Dindarsınız ya da değilsiniz, inancınız var ya yok , dinlerini yaşadığını söyleyen insanlarda en çok sizi iten şeyler ne ve neden ?

Bir kere en çok rahatsız eden şey bunu söylemiş olmaları. Ben manyak mıyım allah ile kul (!) arasındaki ilişkiyi merak ediyim? İki sevgili arasındaki ilişki bile merak edilmez. Ayıptır. Aynı zamanda günahtır. Bir erkek sevgilisiyle nası yatıp kalktığını anlatırsa nasıl ayıplanıyorsa, 'Bugun Allah için ne yaptın?' sorusuna sesli olarak cvp vermek bile ayıptır bana göre.
Bir de 11 ay camış gibi içip, o oruç tuttukları 1 ayın sonunun gelmesini dört gözle bekleyenlere kıl oluyorum. Madem  gün sayacaksın içmek için, tutma o orucu. Ne kendini kandır, ne bizi. Hele yukardakini hiç kandıramazsın. Ben sana söyliyim. Edebinizle iman edin lan! Ve kimseyle paylaşmayın. Öylesi makbul. Ben size diyim.

Sizi siz yapan özelliklerinizden en belirgin olanı ne?

Gevezeliğim.Her konuda krize giricek kadar panik yapabilirim. Bide inatçıyım. Baya!

Etrafınızdaki kişilere saygılı mısınız? Neyiniz insanlardan farklı ve ne konuda  daha çok  saygı bekliyorsunuz?

Hakeden insana saygı gösteririm. Karşımdakinin gözlerinden benim söylediklerime ve bana saygı göstermediğini hissedersem tırnaklarımı çıkartırım. Dilimin ayarı yoktur öyle durumlarda. Saygı duymam, duymadığımı belli ederim. Rencide de ederim. Nitekim birinin size saygı duymadığını anlayabilmeniz için, karşı tarafın size bir terbiyesizlik yapmış olması gerekmektedir. Bana saldırana, bende saldırırım.
Bence Dünta üstünde olan her insan kendine göre eşsizdir. Benim insanlardan şuyum farklı, buyum farklı diyemem. 7 milyar insan varsa, 7 milyar karakter var.
İnsanların bana saygı gösterip göstermemesi pek umrumda değil açıkcası. Ha saygı göstermiyorsa, benden de saygı beklemesin orası ayrı. Ama ben insana, insan olduğu için saygı duyulması taraftarıyım, nufus cüzdanında yazan rakamlar için değil.

İnsan’ın sizdeki tanımı ne ? Karşınızdaki kişi de olmazsa olmaz dediğiniz özelikler neler ve neden sizin için önemli bunlar ?

Karşımdaki insan oturmasını kalkmasını bilicek. Kendini ifade etmekte zorlanmayacak. Düşüncelerine hakim olacak. Bilmediği konularda susup öğrenmesini bilicek. Sadece dahil olmak için saçma cümleler kurmayacak. Bildiklerini sonuna kadar savunacak alt yapıya sahip olacak. Kendini geliştirecek. Okuyacak, öğrenecek, kendinden farklı düşünceye sahip olan insanlarla oturup saygı ve sevgi çercevesinde tartışabilecek.
Bunlar olsun gerisi teferruat.

Hayata bakışınızı paylaşır mısınız? Sürekli bir şeyler için hayatı suçluyor musunuz yoksa hayatta olması gerekenler bunlar ve olması gerekenler yaşanıyor mu diyorsunuz?

Hayata bakışımı özel olarak kelimelere döktüğümü hatırlamıorum suanda. Ama insan hayatını, hayata bakış açısına göre yaşar diye düşünmekteyim. O bakış açısıdır yani bizi biz yapan. Kelimeler kullanmaya illaki gerek yoktur.
Kaderci değilimdir, olması gerekti oldu diye düşünmem. Bunu düşünerek vazgeçmem. fakat butun çabalara rağmen ters giden şeyler düzeltilemiyorsa, ya da olması istenenler olmuyorsa, o zaman 'Hayırlısı buymuş' demekten de çekinmem. Ama önce sonuna kadar çabalamak lazım. İnsan elinden ne geliyorsa yapmalı her şeyden önce.

Sizi en çok huzursuz eden eksikliğiniz ne ? Şunu da düzeltseydim daha huzurlu olurdum dediğiniz, gerçeğiniz, boş vermişliğiniz, gamsızlığınız?

Kendimde bir değişiklik değilde, eğer zamanında aklımı biraz daha düzgün toplayıp şu bölümü değiştirseydim, evet daha mutlu huzurlu sakin bir insan oluırdum.
Birde bazen çok agresif oluyorum. Dilimin ayarı yok dedim ya, işte keşke biraz olsa.

Biri size bir kötülük yaptı ve biliyorsunuz ki yapılan şey bilinçliydi, tepkiniz nasıl olurdu? Susar mısınız yoksa aynı anda yüzüne vurur musunuz yapılanları? Kişilere davranışlarınızı neye göre belirliyorsunuz ?

İnsanlara ilk başta çok güvenirim ben. Ters bir insan olduğum için bu huyumda ters. İnsanlar birbirlerine zamanla güvenirler, ben ilk önce güveniyorum. Ondan sonra yawas yawas azalmaya başlıyor o güven. Çünkü insanlar illaki sizi üzecek, kıracak şeyler yapıyorlar. Muhtemelen siz de, ben de yapıyoruz. Zaman çizelgesine tersten başlayınca sonu pek bir hazin oluyor arkadaşlıkların.
Ben bana yapılan kötülükleri hemen yüzlemem, yok sayarım önce, içimde sindiririm. Sonra en beklenmedik anda yüzlerim. En beklenmedik anda en beklenmedik şeyleri vururum insanların yüzüne. Evet kinciyim sanırım biraz. Kaşınmayın.

Sizce, sabretmek nedir ve üzerinizde otorite kurmaya çalışan, sizin hakkınızı yiyen insanlara sabretmeli miyiz yoksa karşılık vermeli miyiz? Tepkimiz nasıl olmalı?

Sabretmek ve sabır kesinlikle benim sahip olmadığım bi erdem. Sabır ne demek bilmediğim için pek yorum yapamam. Bişi illaki o anda, o saniye de olacak. Olmazsa krizlere giriyorum. Bu durum çok kötü bünyem için, nitekim hayatta ne kadar kontrollu olsanızda, illaki sizin dışınızda, sizin kontrol edemeyeceğiniz ayrıntılar söz konusu. Yoruluyorum evet.
Otorite ve hak yeme konusuna gelince, sonuna kadar kendi karakterimizi kanıtlamak için uğraşmalıyız. Bunu yapmak için illa savaş kıyafetleri, kılıç kalkan kuşanmaya gerek yok. Kendimizi  saygı ve sevgi cercevesinde, düzgün ve net ifade ettiğimiz zaman, eğer dürüst isek, kimse öyle kolay kolay ezip geçemez. He bide biraz çirkef olmak gerekmekte. Sizi ısırıyorlarsa, sizde de onları ısıracak cesaret olacak.

Bir konuşmada geçti ben böyle bir cümle kurdum:’’ Karşımdaki insan benim için değerli değilse söylediği cümlelerde değerli değildir, isterse hakkımda zanlarla kötü konuşsun hiç farketmez’’ Bunu söylememin nedeni de şu; biliyorum ki bu dünyada en zor şeylerden biri sizi anlamaya kapalı insanlara kendinizi ifade etmeye çalışmak ve birilerini memnun etmeye çalışmak..Peki siz nasıl düşünüyorsunuz bu konuda?

Ailemiz dışında memnun etmeye çalışmamızı gerektiricek bir varlığın olduğunu düşünmüyorum. İnsanları mutlu edebiliriz, güldürebiliriz, üzebiliriz. Bir kere gülsün diye elimizden geleni yapabiliriz. Ama memnun etmek çirkin bişi. Sanki siz, kendiniz olmaktan çıkmak zorundaymışınız gibi. Olmaz öyle, öyle yaşanmaz.
Ayrıca ilk kısımla ilgili, ben, bana değer vermeyen ( ve benimde değer vermediğim) insanların aslında çok değerli cümleler kurabilceğine şahit oldum. Sizin bir insanla anlaşamıyor oluşunuz, onu sevmiyor, değer vermiyor oluşunuz, o insanın aptal ve fikirleri bazında değersiz olduğunu göstermez.
Asıl soru 'Siz değer vermediğiniz bir insanların söylediklerine değer verebilecek kadar değerli bir insan mısınız?'  olmalıydı bence.

Hangi söz sizi rahatsız eder ve neden?

'Aaaaaa bende tam seni arayacaktım.'
'Senden önce kimseyi sevmedim.'

Çünkü ikisi de en büyük yalandır.
(Daha çok var da aklıma ilk bunlar geldi, diğerlerini yazmaya üşendim)

Başkasında kınayıp da sonra sizinde yaptığınız bir şey var mı? (isteğe bağlı paylaşmak)

Ne zaman gece dışarı çıktığımda, içkiden kendini kaybetmiş bir kız görsem ve 'Haline bak ağzınla iç' desem gecenin ilerleyen satlerinde benim de kendimi durduramayıp o hale gelmem.

(Ama dışarı çıktığımda diil. Son 1 senede sadece 1 kere öyle oldum. Gelişme var. Sonunda öğreniyorum yawas yawas)


2 gündür girmiyodum bloga, kimler bu konuyla ilgili mim'iklendi bilmiyorum. Bu mim'ik okuyan ve yazmamış olan herkese gelsinn...