Bana uyacak bir marilyn monroe resmi yok! Yettiği kadar


31 Ekim 2010 Pazar

Baca Temizleme

Bir şeyler yazmam lazım benim. Aklımdan geçenlerin farkında bile değilken, düşüncelerimin ağırlıgında ezilirmiş gibi hissediyorum kendimi. Aklım bomboş gibi, bir an sonrasında birleştiremediğim kelimelerin sesleri yankılanıyor ruhumun her köşesinde. Bakalım neler çıkacak şimdi.

'Baca temizleme' diye bir terim öğrenmiştim zamanında okuduğum bir kitapta. Irvın D. Yalom olması lazım yazarın. Tam doğru hatırlamıyor olabilirim. Ya 'Nietzsche Ağladığında' yada 'Divan' kitabında geçiyordu o terim. Anlamı şudur ki, düşünmeden konuşmaya başlıyorsunuz. Cümle kurmak zorunda bile değilsiniz.Öylesine kelimeler bile olabilir. Bir yerden sonra bilinciniz kontrolunu kaybediyor. Değişik bir şekilde sizi neyin rahatsız ettiğini, neyin mutlu ettiğini, aslında neler düşünmekte olduğunuzu çözmüş oluyorsunuz baca temizleme sonunda. Hemde saçma sapan konuşarak. Saçma sapan konuşarak buluyorsunuz yitirdiğiniz anlamlarınızı. Evet farkındayım pek anlamlı gelmiyor su anda yazdıklarım. Bekleyin.

Bir arkadasım vardı. Şimdilerde sadece sanal alemde, karşılıklı fotograflara yorum yapmaktayız. O kitabı ikimizde okumuştuk. Bazen saatlerce baca temizleme yapardık karşılıklı. Bazen sevgilimizle kavga ettiğimiz için ağladığımızı sanırken, aslında sadece annemize sinirli olduğumuzu anlardık. Bazende ne kadar sıkılıyoruz aslında diye başlayıp, aslında hayatlarımızdan ne kadar memnun iki genç kız olduğumuzu çözerdik bu baca temizlemeler sonunda. Onun dışında kimseye baca temizleme yapmadım ben. Ayna karşısında kendime bile. Belki artık bir insana, benim katıksız düşüncelerimi paylaşacak kadar güvenmediğim içindir, belki de kimsenin baca temizleme yapacak kadar cesaretli olmayışındandır.Bilmiyorum. Belki de sorun bendedir. Düşüncelerimin somut haline katlanabilirken, soyut hallerine dayanamadığımdandır. O arkadaşım, benden sonra birine baca temizleme yapabildi mi bilmiyorum. Umarım yapabilmiştir. İnsanlara olan güvenini koruyabilmiştir. Ben koruyamadım. En azından onu biliyorum kendimle ilgili.

Nereye gelecektim unuttum bunları yazarken. Baca temizleme yaparmış gibi yazmışım sanki. Yinede kontrolluyum. Mesela aklımda 2-3 gundur dönüp duran bir cümle var. O cümleye uygun bir yazı cıksın istiyorum ortaya. Romantik sevimli. Ama cümlem beni o kadar etkiliyorki, düşüncelerimde bile o cümleyi takip etmeye değer bir cümle gelmiyor aklıma. O cümleyi bilmiyorsunuz. Belki de asla öğrenmezsiniz. Belki de sadece o cümleyi hissettiren kişi öğrenir günün birinde. Belki değer vermez benim verdiğim kadar. Kim bilir?

Her paragrafta başka yerlere gidiyorum. Aslında zihnen bir yere gitmek yerine, fiziksel olarak uzaklaşmak istiyorum çoğu zaman. Ama daha zincirlerimden kurtulamadım. Zincirlerimden kurtulunca da gitmek istemem. Eminim. Bütün ihtiyaçlar, onları karşılayabilcek konuma geldikten sonra, anlamlarını yitirir.

Şimdi mesela yazıp rahatladım ya, daha fazla devam etmemin anlamı kalmadı pek. Bi dahakine işala.
Buda baca temizleme kıvamında bir yazı oluvermiş olsun.

29 Ekim 2010 Cuma

Cumhuriyet

Cumhuriyetle, Atatürkle ilgili yazılacak onlarca cümle olmasına karşılık, yinede 'Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun' diyoruz sadece. Kutlu olsun tabi, bir de mutlu olsun. Ama keşke Cumhuriyeti kutlama ve sahip çıkma mantelitemiz facebookta değiştirdiğimiz 3-5 fotograftan öteye geçebilse.

Mesela biz öğrenciler, ülkenin gelecekleri, şöyle cümleler kurmasak 'Oley be 29 ekim, okullar tatil.' İtiraf ediyorum, bu düşünce benimde aklımdan geçti. Sonra bu Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu, kimlerin ne fedakarlıklar yaptığını düşününce utandım. Hala da utanıyorum. Keşke herkes benim gibi utanabilse.

Önümüzde Kurban Bayramı var. Dini bayram. Milli bayramlardan çok daha önemli(!). Eminim ona, Cumhuriyet Bayramına yapılan hazırlıklardan çok daha fazlası yapılacaktır. Yapılmalıdır da, fakat keşke Cumhuriyet Bayramı'na da gereken önem verilse, halk tarafından ve yönetim tarafından.

Ülke ikiye bölünmüş durumda, ne 'Evet' diyenler Cumhuriyet karşıtı, ne 'Hayır' diyenler Allahsız. Ama nedense iki tarafta birbirine düşman ediliyor gün geçtikçe. Oysaki bir futbol maçı seyretmiyoruz. Ne taraflar var nede taraftar. Hepimiz bu ülkenin çocuklarıyız. Hepimiz Cumhuriyet çocuklarıyız. Arada her aileden çıkabiliecek kötü tohumlarda yok değil. Var. Fakat eninde sonunda hepimiz aynı topraga gidecegiz. Sonunda hepimiz bu ülkenin evlatlarıyız. Din, milliyet, ırk, dil ayrımı olmadan.
                                                      
VE bu bayram hepimizin bayramı. Bu bayram Cumhuriyet Bayramı. Biz, sahip olduğumuz her şeyi bu Cumhuriyet'e ve onu kuran Atatürk'e borçluyuz. CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!

22 Ekim 2010 Cuma

Bir Küllük, İki Küllük

Bir sigara , bir sigara dersin bir bakmışın dolmuş taşmış o kültablası. Gidipte boşaltmaya takatin olmaz. Sonra uçuşmaya başlar o küller. Dumanaltı olan o ewde, tıkanır cigerlerin. Kendi kendine geçer dersin.
Sonra bir sigara daha dersin. 'Bir sigara daha yakmak vaktidir şimdi.'

İnsandır en acımasız olan dedim ya, hep bir şeyler bekler seninde beklediğin gibi. Hep alacak, hiç vermeyecek. Hem sende insansın anlamayacaksın nasılsa. Kimlerin senin için neler yaptığını. Telepatik falanda değilsin üstelik. Kimin kafasından ne geçiyor bilemessin asla. Bilmediğin için suçlanırsın.

Her seferinde yeni bir şeyler öğrendim ben. İlk aşkımda bir insanı ne kadar sewme kapasitem olduğunu öğrendim. Sonrasında yalan söylemenin nefes almak kadar kolay olduğunu öğrendim. Aldatılmanın somutlaştığına şahit oldum. Tam büyüdüm dedim. Eski hatalara yer yok. O zamanda umursanmamanın ne demek olduğunu öğrendim. Ben giderken beni kimsenin tutmadığını gördüm.
Şimdide alttan almayı öğreniyorum. Her olayın bana karşı dönmesini öğreniyorum. En zoru bu geliyor. Oysa ben ne çok biliyorum sewmeyi. Oyunsuz sevmeyi, bahanesiz sewmeyi.

Herkesin bir açıklaması var kırdığı insanlar için. 'Şöyle oldu, böyle oldu.Ondan öyle yaptım.' Önemli değil aslında neler olduğunu bilip bilmemen.
Ben pek fazla kırmak istemiyorum insanları. Çünkü açıklayamıorum sonra. Açıklayamayınca benim içime dert oluyor. Eninde sonunda, o yürekteki ağırlıklar gelip hep beni buluyor.
Uzun zamandır bu kadar karamsar bir yazı yazmamıştım. Sanki cümlelerin kendi karakterleri olabilirmiş gibi.Karamsar cümleler çıkıyor. Şunu da söylemeden geçemicem: 
'Benim mutlu halime, diğerleri depresyon diyor'.
 Mutsuz halimi siz düşünün.
Hem bunların hepsi hayal ürünü. Belkide kötü bir rüya gördüm sadece.
Neyse nasılsa uyanınca geçecek.

21 Ekim 2010 Perşembe

Farklı olacaksan

Merak etme, herkesin olduğu kadar insansın sende. Canın yandığı kadar insansın. Acı çektiğin kadar hayatın içindesin. Tam o kadar, tam ortasındasın. Kimse hatırlamaz hem güneşli günlerini, kara bulutları düşündüğü kadar. O bulutların altında koşmanın cesaret gerektirdiğini bilir misin?

Korkma, herkes kadar kanıyor yaraların. Düştüğünde kanamıyorsa eğer dizlerin, düşmemen gerektiğini öğrenemezsin. Ateşlerde yanmazsan biri için tüm kalbinle, ateşle oynamaman gerektiğini öğrenemezsin. Birbiri için yanan insanların çektiği acı hazzı tattın mı sen?

Düşünme incittiklerini. Herkesin kırdığı kadar kırıyorsun sende insanları. Hem unutma, insandan daha acımasız bir canlı yok şu hayatta. Acımasız olduğun kadar hoşgörülü olduğunun da farkında mısın?

Utanma kıskandığın için. Herkesin kıskandığı kadar kıskanıyorsun sende, istediklerine sahip olanları. Hem belki dışarda bir yerlerde seni de kıskananlar vardır. Bilebilir misin?

Silme gözyaşlarını. Sende herkes gibi ağlıyorsun üzülünce. Herkes gibi ıslatıyor gözyaşların yanaklarını. Seninde gözyaşların şeffaf. O gözyaşlarının tuzlu tadını bilir misin?

Saklama korkularını. Korkmak insana mahsus. Korkmazsan eğer, her kötülüğü yaparsın. Kötülük yaparak farklılaşma insanlardan. Aynı olmanın verdiği rahatlamayı hiç yaşadın mı daha önce?

Asla ardına bakma, asla karıştırma geçmişini insanların. Herkesin az biraz sırları var. Senin de sahip olduğun gibi.  Kendi sırlarına sahip çıktığın gibi, sahip çık o sırlara, bilmesen bile. Sırları ortaya çıkan insanların, ne kadar mahvolduğuna şahit oldun mu?

Yanlızım diye üzülme. Sandığın kadar yalnız değilsin sen. Hissetiğin duyguları, an be an hisseden birileri de var dışarda. Tanıyor olman gerekmez. Bilmen gerekmez. Bir gece yarısı ylnızlığın dostluğunu hissettin mi hiç içinde?

Deneme insanları. Benim gibi düşünüyorlar mı acaba diye sorgulama. Hem herkes kendi penceresinden haklıdır bu Dünya'da.  Unutma Hayat sadece senin tecrubelerinden ibaret değil.
Senin dışında da dönüyor bu Dünya, hissedebildin mi hızını?

Bir saniye tereddüt etme, istediklerini ifade etmekten. Beklentiler içinde geçmesin hayatın. Sesleri olsun arzuladıklarının. Suskun kalmasınlar hiç bir zaman. Bir insanın istediklerinin gerçekleşmesi nasıl güzel bir duygudur bilir misin?

Yıldırmasın bu Hayat seni. Düştüğün gibi kalkmasını da bil. Yanlış yaptığında, düzeltmesini de öğren. Zorlanmadan, başaracağını düşünme, başarının anlamını basitleştirme, hafife alma. Önce başarısız olup, sonra zirveye tırmanın keyfini bilir misin sen?

Ama illaki farklı olacaksan eğer, kahkahalarınla farklı ol. Gülüşlerin hiç solmasın. Dudaklarınla beraber gözlerinde gülsün.

Hem sen ağlarken gülmenin ne demek olduğunu bilir misin?

Unut-mak

Bazı özel insanlar vardır hayatında. Ona olan sevgin hiç bitmeyecek, hayatından hiç çıkmayacak sanırsın. O kadar çok değer verirsinki o anda ona, anlamaz. Sen onun için, onun sende olduğu kadar değerli olmazsın asla. Zaten karşılıklı olsa hayatta her duygu, hiç acı çekmezsin. 'Hayat acımasız' demezsin. Böyle bi ütopyada yaşayıp gidersin.
Ama o insanlar hiç kalmaz hayatında. Unutursun sende yavaş yavaş. Kimse ölmez bir insan hayatından çıktığı için.Kim olursa olsun. İntahar edersen o başka. Ama yapma, onu yapma işte.Unutursun arkadaş, zorlada olsa unutursun.
Bazı özel günler vardır hayatında. O tarihleri kazırsın aklının, kalbinin bir köşesine. Hangisi daha güçlüyse, kaydedersin bir köşeye. Sonra bir bakarsın, aylar, yıllar olmuş o gunleri anmayalı. Üzülmezsin bile. Anlamı bile kalmaz hatta. Hatta farketmezsin bile. Birileri hatırlatırsa 'Amaan' dersin. 'Ben miydim o insan?'. Unutursun arkadaş, zorlada olsa unutursun.

Hep hayatının son dönemlerinde olan insanları hatırlarsın. Eş, dost, sevgili farketmez. O insanların dogumgunlerini unutmazsın mesela. Ya da beraber nasıl çılgınlar gibi eğlendiğinizi, ağlayarak dertleştiğinizi, haftanın hangi gunleri rakı, hangi günleri bira içtiğinizi unutmazsın. Paylaşım hep devam eder çünkü onlarla. Bazen oturup sabahlara kadar anılarınızdan bahsedersiniz. Unutmak ne mümkün, ve gerçekten o insanları kaybetmek istemezsin. 'Gitmesinler, ben bu anıları, bu gülüşleri hiç unutmayayım' dersin.
İyi güzelde o insanları bulacak kadar şanslı mı sandın kendini?

Bir arkadasım var mesela öyle 15 senelik arkadasım falan değil. En fazla 6 sene. Ama o altı senenin her anında yanımda. Bir gun vardı beraber tekila içtiğimiz. İçersin, içemezsin. Sarhoş olursun, olmazsın. İçtim, oturduğum gibide kalktım. Karaciğer sağlam o zamanlar. Ama o arkadaş benimle hala tekila içmez. Ben varsam ağzına sürmez. Ben en çok onunla tekila içmemeyi severim hatta. Ben en çok onunla tekila içmediğimizi hatırlamak isterim.

Tabi öyle herkesi hafizandan silemezsin. Bazı flu anılar kalır aklında. O kadarda değil. Ama benim için bir anlamı kalmıyor, o hayatımdan çıkıp giden insanların, onlarla olan anıların. Çünkü bir insan benim hayatımdan çıktıysa, mutlaka bana bir çok kötülük yapmıştır. Üzmüştür, kırmıştır beni defalarca. Öyle bir anda silmem, ama silince de herşey biter işte o anda. Yinede bana kalan o flu anılarla hatırlarım nasıl bir değişim geçirdiğimi.

Mesela ben çok dedim insanlara;
'Ben unuttum çoktan, sende unutsan iyi edersin.'

Ama tabi bu sadece benim, zaten ben hiç bir zaman tam doğru olmadım.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Nası olurdum?

'Ruhum ortaçağ Avrupası'na ait' derdim bir zamanlar.
Sonra bir arkadasım 'Kızım ortaçağ falan senin neyine.Yangınlar, veba, açlık sana gelmez. Bırak bu işleri.' demişti.
'Ama ben prenses sıfatını uygun gördüm kendime, o zamanlara aitse ruhum.' demiştim.
Böyle bi güldürmece eğlenmece havası.
Hayallerimde hep prensesim çünkü ben.

Sonra düşündüm. Uzun uzun düşündüm. Aslında düşünmeye ayıracak çok vaktim olmamasına rağmen, anlamı varmış gibi düşündüm.

Acaba o zamanlarda yaşasaydım nası bir prenses olurdum? Babama boğun mu eğerdim yoksa karşı mı gelirdim? Piyona çalıp, örgü mü örerdim, yoksa ata mı binmek isterdim? Bebeklerle mi oynamayı severdim yoksa kılıç kalkan öğrenme peşinde mi koşardım? Erkekler ava giderken gizli gizli peşlerine mi takılırdım? Yada savaş zamanı odama kapanmayı yedirebilir miydim kendime?
Eğer prenses olsam ben ne yapardım?
Sanırım ben biraz isyankar bi prenses olurdum. Ata binmek isterdim. Yanımda sovalyeler olmadan kırlarda çiçek toplamak isterdim. Kralın uygun gördüğü bi prensle değil, aşık olduğum bahçıvanla evlenmek isterdim. Birazda deli olurdum sanırım. Orda burda ot-börtü-böcek toplayıp, sihir gibi şeyler var mı yok mu çözmeye çalışırdım.
Yani ben öyle prenses olsam başa bela bişi olup çıkardım, şimdiki gibi.

Hem zaten o zamanın, bu zamandan pekte bir farkı yok. Ailemiz neyi uygun görürse onu yapıyoruz. İstedikleri insanlarla belki evlenmiyoruz ama istemedikleriyle kesinlikle evlenemiyoruz. Neyi öğrenmemiz uygun görülüyorsa onu öğreniyoruz. Nerede tanıdık bulunursa oraya işe giriyoruz. Yani hayat hep aynı hayat aslında. İnsanların verdiği mücadelelerin isimleri değişiyor sadece. Ana maddeler hep aynı kalıyor. Bir kız çocuk barbie bebekleri yerine arabalarla oynamak isterse, erkeksi oluyor. Bir prensesin ata binmesi hoş karşılanmıyor. Zengin kıza fakir çocuk yakıştırılamıyor. Prenses, bahçıvanla evlenemiyor. Kadınlar hala eziliyor. Erkekler artık savaşmıyor ama kadını kariyer peşinde koşmasın istiyor.

Ben prenses olsam isyankar bişi olurdum dedim ya, aslında isyanlarımı yaşamam için prenses olmama gerek falanda yok. Öyle bilmemkaç yüzyıl önce gitmeye de gerek yok. Gecen gun yine aynı arkadasım 'Bu kadar şikayet etmekten, herşeye muhalefet olmaktan yorulmadın mı? Bir piskologa mı gitsen sen artık' dedi. Ama o isyanlar olmasa ben, kendim olamamki. Gerçi artık beni anlayamayacak insanlarla tartışmayı bıraktım. Gülüp geçmeyi öğrendim onlara.

Ama yinede olabileceksem prenses olmayı secerdim.Çünkü öyle kıyafetler çok yakışır bana.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Hep aynı

Hep aynı hataya düşüyorum ben. Aklıma geliyor yazacaklarım, duruyorum, yazmıyorum o anda. Sanki beni, düşüncelerimi yazıya dökmekten daha mutlu edici bir eylem varmış gibi, 'Sonra yazarım, şimdi sırası değil.' diyorum. Nasılsa gelirler aklıma tekrardan.

Ama tekrardan gelmiyor işte o cümleler aklıma. Bazen, şanslıysam eğer, yakınlaşıyorum sadece. Asıl cümlelerimin, hayaletlerini döküyorum kağıda. Asla istediğim gibi, ilk andaki gibi olmuyor. Ama hep aynı hata. Hep beni alıkoymalarına izin veriyorum. Geçiyor, gidiyor cümleler.

Alakasız devam edeceğim yine yazıma, çünkü yine zamanından geç yazmaya calışıyorum düşüncelerimi. Aslında gözüktüğüm kadar komik, eğlenceli bir insanda değilim ben. Yinede kimle ne konuşursam, hep bir gülümseme yaratıyorum yüzlerinde. Bazıları kahkaha bile atıyorlar hatta. Fakat aslında ben o kadar da komik bir insan değilim. Ya da belki de öyleyim. Belkide gerçekten neysem oyum. Belkide gerçekten olduğum gibi gözüküyorum dışardan bakınca. Ama ne kadar komiksem, bir o kadarda ciddiyim, agresifim, saldırganım, takıntılıyım. Ufak ayrıntılara takılıp kendimi ve en yakınımdakini huzursuz etme huyum vardır mesela. Ama yine de ufak ayrıntılarla mutlu olmasını da bilirim. Eğer mutlu olursam, her nefesimi yakınımdakileri mutlu etmeye harcarım.
Anlaşmak kolaydır benimle, eğer huzursuz ve mutsuz edilmiyorsam. Ama yinede gri bölgem yoktur. Bir şey ya siyahtır ya beyaz. 'Eğer böyle konuşuyorsa sevmiyordur.' 'Eger bunu yaptıysa seviyor olamaz.'
Çok kızıyorum kendime bu yüzden. Hayat siyah ve beyaz dışındaki renklerle daha kolay çünkü. O renk gri olsa bile, çok daha kolay. Çok daha mutlu. Çok daha komik.

Mesela bir soru var aklımda kaç zamandır. Arkadaşlarım, dostlarım ve beni sevdiğini söyleyenler için. Beni, ben olduğum için mi seviyorlar mesela? Butun huysuzluğum, agresifliğim ve gel-gitlerimle. Yoksa kıpır kıpır gözüktüğüm için mi seviyorlar? Onları güldürdüğüm için. Hepsinin aklından geçen ayıp esprileri, en komik ben ifade etme cesaretine sahip olduğum için mi en çok benimle eğlendiklerini söylüyorlar?

Ya da sevgililerim, aşıklar mıydı acaba bana gerçekten? Yoksa onları değiştirmeden sevmeye calıştığım için mi benimle kaldılar? Belkide sewemedim aslında bende gerçekten. Belkide bende ikiyüzlüydüm, belkide kindardım herzaman. İçimde biriktirdiklerim taşınca, siliyorum belkide insanları. En hoyrat şekilde hemde.

Buraya yazmamı istemeyen mesela, dayanamayıp yazdığımı öğrenirse daha mı az sevecek beni? Daha çok mu kavga edeceğiz içimdekileri yazmak istediğim için? Onunla nasıl mutlu olduğumu, onu nasıl mutlu ettiğimi unutacak mı?
Onunla yeni bir sayfa açtığımı ve bütün herşeyi tertemiz yazdığımı, ve bununda onun sayesinde olduğunu anlayabilecek mi?
Ben nasıl onu değiştirmeye kıyamadan seviyorsam, o da beni öyle sevecek mi? Beni, ben olduğum için. Butun deliliklerim, huysuzluklarım, butun gel-gitlerimle kabul edebilcek mi beni? Değiştirmeden, sorgulamadan. Beni hayal ettiği kişi olmaya zorlamadan.

Ama işte bir huyum var benim, hep aynı hataya düşüyorum. Hep zamanından geç yazmaya calışıyorum. İçim rahat etmiyor o zaman. Bu yazının olmadığı gibi, olmuyor.

15 Ekim 2010 Cuma

Nedir?

Nedir fedakarlık? Mesela çok istediğiniz bir şeyi yapmaktan vazgeçmeniz midir? Yoksa istemediklerinizi, sırf karşınızdaki mutlu olacak diye yapmak mıdır? Yoksa karşınızdakinin ihtiyaçlarından etkilenerek mi gelir, içinizden, yapmak istediğiniz şeyler?
Eğer içinizden geliyorsa, onun adı nasıl fedakarlık olur?

Mesela kafası bozuk olduğunda, ne kadar konuşmaya ihtiyacınız olsa da susmanız fedakarlık mıdır? Hasta olduğunda ona çorba götürmeye üşenir misiniz aslında? Üşenmezsiniz, kıyamazsanız. İçinizden gelir, çorba yapmayı bilmiyorken, öğrenir, koşa koşa gidersiniz kapısına. Mesela gece dışarı çıkmak istese canınız, eğer bir problemi varsa, 'sen git' dese bile gitmezsiniz. İçinizden gelmez. Şevkiniz kırılır.

Üstelik sadece sevgiliye karşı da değildir bu tutumunuz. Arkadaşınızın morali bozuksa, yardım istediyse eğer, ertesi gunkü sınava çalışmayı bırakırsınız. Arkadasınız geceyarısı sehrin bir ucundan arasa 'Yanıma gel' dese, kalkıp gidersiniz.
Peki bunların hepsini siz kendiniz isteyerek yapıyorsanız, isteyerek vazgeçiyorsanız arzularınızdan, nasıl fedakarlık olur bu?

Yoktur fedakarlık aslında. Seçimler vardır sadece. Evet bazen abartırsınız belkide o seçimleri yaparken. İçiniz gider, 5 dakika sonra 'Olsun böylesi daha iyi.' dersiniz.
O seçimleri hangi nedenlerle, kimler için yapıyorsanız yapın, eğer içinizden geliyorsa, eğer sizi kimse zorlamıyorsa üzülecek bir durum yok. Vazgeçtiğiniz bir şey de yok. Siz sadece seçim yapıyorsunuz.

Önemli olan karşınızdaki insanın seçimlerinde hangi noktada olduğunuz. Önemli olan karşınızdaki insanın da, seçimlerini sizin için yapıp yapmadığı.

11 Ekim 2010 Pazartesi

Eğer İstersem

Eğer ağlamak istersem, gözyaşlarımı siler misin? Yanaklarımı ıslatmasınlar diye.
Eğer gitmek istersem, benimle gelir misin? Yanlız kalmıyım diye.
Eğer gülmek istersem, benimle güler misin? Kahkalarımız gökyüzüne ulaşsın diye.
Eğer elini tutmak istersem, elimi tutar mısın? Herkes görsün diye.
Eğer şarkı söylemek istersem, benimle söyler misin? Kötü sesimi kimse duymasın diye.
Eğer saçmalamak istersem, benimle saçmalar mısın? Hayatlarımıza renk gelsin diye.
Eğer ölmek istersem, beni kollarınla sarar mısın? En son senin sıcaklığını hissediyim diye.
Eğer kalbini istersem, bana verir misin? Benimkide sende olsun diye.
Eğer sana güvenmek istersem, sende bana güvenir misin? Yaptığım hataları unutayım diye.
Eğer aşkını istersem, düşünmeden verir misin? Sınırsızca yaşayalım diye.
Eğer butun öğrendiğin oyunları unutmanı istersem, unutur musun? Birbirimize teslim olalım diye.
Eğer saf olmak istersem, benimle temizlenir misin günahlarından? Eşsiz olalım diye.
Eğer kendimi sana bırakmak istersem, sende bana bırakır mısın kendini? Ruhumu bir sen gör diye.
Eğer seni sevmek istersem, sende beni sever misin? Kendi Dünya'mızı yaratalım diye.

Eğer istersem, yapar mısın?