Bana uyacak bir marilyn monroe resmi yok! Yettiği kadar


28 Şubat 2011 Pazartesi

Bir sorun var, Anlamadım

Evet buraya kadar ilerlemiş olmam bile beni sevindiriyor suanda. Son bi kaç gündür bloguma ulaşamıyor olmak beni fena halde sinirlendiriyordu. Hala Blog sayfama ulaşamadım, anca kumanda paneli. Haliyle ders kitapları dışında okumaya zaman ayırabildiğim blog yazarlarını takip edemiyor olmak, hayatımda eksiklik yaratmadı değil. Meğer ben ne kadar bağlanmışım blog olayına. Hala kendime kızıyorum, yazılarımı bilgisayarımda saklamadığım için, eğer sorunu çözemessem oturup hüngür hüngür ağlayabilirim.Neyse..

Bazı uzak var insanlar var bize. 2-3 kelime konuşup yanlarından geçip gittiğimiz. Bizde daha fazlası değiliz onlar için. Kötü bir şey olarak söylemiyorum bunu. Herkes yapmış çevresini artık. Düzenini kurmuş. Mezun olduktan sonra görüşecekleri insanlar belli. Güya tabi. Herkes benim olduğum kadar şanslı olmayabilir. Ben bilemem. Sonra bir şey oluyor, bu uzak insanlardan biri, size kendini yakın hissettiğini söylüyor. Kendini paylaşıyor. En önemlisi, çevrenizde kimsenin sizi önemsemediği bir konuda, sizin fikrinizi soruyor. İsmi bende saklı. Benle paylaştığı satırlar, kendi satırlarımdan daha önemli benim için. Benim hakkımda o kadar çok kötü düşünen insan olmasına, çeşitli çirkin sıfatları bana yakıştırmalarına, ve beni ciddiye almamalarına rağmen, kendime bu kadar özel hissettirilmeyi hakedicek ne yaptığımı soruyorum, 24 saati aşan bir zamandır. Ve evet hepimiz birbirimizin yüzüne gülüp arkasından konuşmaya çok alıştık, bu insanların varlığından haberdarım. Ben ne yapsam da, insanlar çamur atmaktan vazgeçmeyecekler. Zaten ben hiç bir zaman insanların benim hakkımda ne düşündüğünü kafama takmadım. Çünkü ne yaparsanız yapın bu Dünya'da Meryem Ana'ya bile çamur atabilcek insanlar var.

Düşünüyorum ben hala o satırları. Bazen, kendimizi olabildiğince yalnız hissederiz. Kimse anlamıyor, kimse bizim yaşadıklarımızı yaşamıyor sanıyoruz. Dostlarımızla farklılıklarımızı düşünüyoruz. Sonra bir şey oluyor, ve insanların aslında ne kadar benzer olduğunu farkediyoruz. O satırları ben yazmadım ama, o satırlardaki duyguları yaşadığım zamanlar vardı benimde. Sanki tekrardan nefes almayı başaramayacağımı düşündüğüm zamanlar. Kendimi çaresiz hissettiğim zamanlar vardı. İnsanlar bizim onlara izin verdiğimiz kadar bizi üzebilirler. Öğrendim. Yine de uygulayamadığım zamanlar, saçma bir kelime yüzünden sabahlara kadar ağladığım geceler de oluyor. Ben bir tek kendimin bu kadar çok etkilendiğini sanırdım. Çünkü çevremdeki herkes 'Boşwer' 'Unutursun' 'Üzüldüğün şeye bak' tarzında cümleler kurdular destek kurmak adına. Bir kişi bile çıkıp bana demedi, 'Ağla ölene kadar ağla, at içinden, kendini duvarlara çarp, atlatmana yardım edecekse çıkma o yataktan aylar boyunca' demedi. Benim üzüldüğüm kadar kimse üzülmez, benim sevdiğim kadar kimse sevmez diye düşündüm hep. Herkes çok güçlü çünkü. Herkes kendi dünyasında birer Tanrı/Tanrıça. Kimse sarsamaz onları. Bütün acılarını unutur insanlar 1 saat, 1 gün içinde. Kimse benim kadar saplanıp kalmaz geçmişine. Sandım.

Ben hiç kimseyim aslında uzun zamandır. Şikayet etmekten başka bir şey yapmayan, işe yaramayan, ilgisi olması gereken şeylere kafa bile yormayan, tek derdi para harcamak ve eğlenmek olarak gözüken bir tüketiciyim sadece. Kendimi kanıtladığım, elle tutulur bir başarısı olmayan. Eski başarıları çoktan zaman aşımına uğrayıp solmuş olan biriyim. Vasfım pek yok. Bu kadarım ben bu aralar. Kendine güveni sıfır olan bir hiç kimse.

Okur mu okumaz mı bu yazıyı bilmiyorum. İki durumda da ben teşekkür ederim kendisine. Yaptığı hiç önemli değildi belki ona göre. Sadece paylaşmak istemişti belki de onun hayatının ayrıntılarını bilmeyen biriyle. Her zaman en kolay tanımadıklarımıza anlatırız çünkü sırlarımız. Butun bu takma isimlerin nedeni de bu zaten. Ama kendimi önemli hissettirdi. Bir 10 dakikalığına kendimi bir şey olarak hissettim, hiç bir şey yerine. Çok teşekkür ederim beklenmeyen bu yakınlık, tanıdıklık, samimiyet için. Umarım herkes istediklerine ve dilediklerine ulaşır. İlla optimist olmaya gerek yok, 'Hayırlısı' diyip, yoluna devam eden pesimistlerden de olabiliriz. Bir de resimki, umut versin diye.

Ps: Blogumdan uzak kalınca yine paslanmışım, cümlelerimin çoğu birbirini tamamlamayan bir anlam karmaşası yaratmakta. Kusura bakmayın artık.

26 Şubat 2011 Cumartesi

Huu :((

Bloguma giremiyorum! Sinir stres katsayim baya bir artmis durumda. Telefondaki applicationdan(uygulama) oldugu kadar!! :((
Topik coktan sizdi yanimda. Aylo diger odada. Konustuk yine her zaman yaptigimiz gibi, birbirimizden ne kadar farkliyiz daha da hissettik. Aslinda yazacak cok seyim var kelimelere dokemedigim. Daha onceden bu kadar kitlenmis miydim, kendimi bu kadar aciz hissetmis miydim bilmiorum.
4 saat sonra uyanacagim Bilmok'te gorewliyim cunku. Bu sene bizim okulda gerceklesiyor bu olay. Bu geceki eglencede tamamen milleti costurmaya oynadik Topikle. Sevgililerimiz mi? Onlar yorgun, onlar ailesiyle, onlarin isleri var.
Biz oncelikli degiliz pek.
Bir suru insanla iletisim halindeydim bu aksam. Guzeldi ayrica. Eglenmek bizim isimiz. Eglendirmek bizim. Sarisiniz en nihayetinde dogal yada sahte. Sarisiniz ve bilgisayar muhendisligi ogrencisiyiz. Ama ikincisinin pek bir onemi yok sanirim bu durumda.
Cok karisigim su anda her konuyla ilgili. Mesela kafamda su anda olan soru su;
5 duble raki icmeme ragmen 15 cm topuklu ayakkabi ustunde durabilmeme neden sasirdi bolum arkadaslarim?
Nedir yani?
Tamam sacma sapan konusmus olabilirim ki, bu gece sacmaladigim gecelerden degildi, ama neden bu kadar sasirdilar?
Anlamadim ben.
Hayatimda olup biten bir cok seyi anlamadigim gibi.
Huu :(
Edebi olamiorum su anda. Zaten blogspot'tada bi problem var.
Ay law may Ayfon!

- Posted using BlogPress from my iPhone

25 Şubat 2011 Cuma

En yakınımızdakiler..

Monoton olan hayatlarımız ne kadar da olağandışı aslında. En yakınımızdakiler en çok sevdiklerimizdir her zaman. Annemizle kavga etsek, ilk fırsatta ona gider sarılırız, unutur söylediklerimizi hemen açar kollarını. Babamızla tartışsak, tökezlediğimizde, işin içinden çıkamadığımızda hemen gidip ona danışırız. Unutur bütün nankörlüklerimizi. Akıl verir, 'Ne halin varsa gör 1 saat önce çok biliyodun hayatı, kendin çık işin içinden' demez.

Sonra arkadaşlarımız vardır. En sevdiklerimizden. En yakınımıza alırız onlarıda. Aile sayarız bir nevi. Annemizin, babamızın bilmediği ayrıntıları fısıldarız usulca hiç çekinmeden. Sonra kafamız atar bazı şeylere. İnsan hep en çok en yakınındakiler saldırır ilk önce. Çünkü bilir, en çok sevdiklerimiz terketmez bizi. Bu düşünceden cesaretleniriz. En ufak hatalarını, asıl kafamızı bozan şeyi çözemediğimizden, büyütür büyütürüz içimizde. Hıncımızı onlardan çıkarmaya çalışırız. Kırılmazlar bize biliriz. Kişisel algılamazlar. Ailemiz nasıl bizi terketmiyorsa, onlarda terketmez biliriz. Gerçek dostluklarımızın, en büyük sınavıdır o dönemler. Açıklasınlar istemeyiz büyüttüğümüz hatalarını. Mantıklı ya da mantıksız ne neden varsa ortada, dinlemeyiz. Tıkarız kulaklarımızı.

Fakat bazen, öyle bir an gelirki, amacını aşan cümleler kurarız. Biz anlamak istemeyiz o zamanlarda onları. Onlar bizi anlasın isteriz. Biz anlamak istemeyiz aslında onları o sırada ne kadar kırıyor olduğumuzu. Bir cümlemizi bile sabaha kadar düşüneceklerini, bizim gel-gitlerimizin onların kafalarında ne kadar dönüp dolaştığını anlamak istemeyiz. Anlasınlar isteriz hep saldırılarımızın nedenlerini. Mantıksız olsak bile görsünler neler olduğunu. Olmadık şeyler söyleriz, haksız suçlamalarda bulunuruz. Ailemize yaptığımız nankörlüğün başka bir versiyonu olur bu tepkilerimiz.

Ama insanoğlu telepatik değil daha gelişen teknolojiye rağmen. Zaten zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin, insan ilişkilerinde teknoloji söz konusu değil. 500 sene önce insanlar neden kavga ediyorsa, bizde şimdi aynı nedenlerden tartışıyoruz çevremizdekilerle. İnsanlar birbirlerini 500 sene önce nasıl seviyorsa, bizde öyle seviyoruz 21. yüzyılda hala. Erkekler hala çiçek alıyor sevdiğine. Kadınlar hala kıskanıyor erkeklerini, diğer kadınlardan. Hala seviyor/sevmiyor oyunu oynuoruz. Kırlar yerine beton binalar arasında. Sadece yaşadığımız yerler, kullandığımız aletler değişiyor. İnsanoğlu duyguları hep aynı kalıyor.

Lakin, en sevdiklerimizi kırdığımız her an hem bizden hem onlardan bir şeyler kaybediyoruz aslında. Edilen sözler öyle kolay unutulmuyor çoğu zaman. Biz öyleymiş gibi davranıyoruz. Yeri geliyor aynı kandan gelen kardeşler bile küsüyor. Hayat işte, her şey mümkün aslında. Bozulmaz dediğimiz arkadaşlıklar bile o kadar kırılganki. Hem bir insanı kaybetmek, aslında bir mum söndürmek kadar kolay. Hırsımızdan farkedemiyoruz. 'Püf de' geçsin.

Kim bilir kaç insanı istemeden kırdım ben bu hayatta. Bazılarını hala farketmemiş olabilirim ve benimde dostluklarımda, aşk hayatında o kadar çok kırıldığım an olduki. Hepsi yanıma kalan kar olarak bakmayı da öğrendim üstelik. İnsanlar istemeden kırmış olsa da, bazı cümleler varki insanın hayatında iz bırakıyor. Mesela eski bir erkek arkadasım bundan tam 9 sene önce 'Seni artık kardeşim gibi seviyorum' demişti. 2 gün sonrada bana olan aşkından bahsetmeye başlamıştı. O cümle çok yaralamıştı beni. İçimdeki bütün duyguları yok etmişti. Bitmişti yani. Olmamıştı yeniden. Olamazdı. Çünkü sınırını çokca aşmıştı.

Biraz önce de bir cümle duydum benimle ilgili. Üstelik bana bile söylenmemiş. Başka bir arkadaşımla sorunu olan başka bir arkadaşım hıncını alamayıp gayet alakasız olarak 'Firstee de beni sadece işi düşünce arasın başka zaman aramasın' demiş. Nasıl kırıldığımı, ne kadar incindiğimi anlatamam şu anda. Üstelik bunu diyen insan, 'İstediğin zamana aramadan gel, nerde olduğumu biliyorsun (genellikle ev hep ev hemde), başımın üstünde yerin var, benim olan senindir' dediğim bir insan. Hayatımın nasıl geçtiğini, benim neler yaptığımı, nelerle mücadele ettiğimi, saçma sapan bir muhabbet yaparken kafamda neler olup bittiğini, gülerken bir anda ağlamaya başladığımı, sosyal olarak bu aralar problemli olduğumu bilen en iyi insanlardan birisi. Ve kişisel algılamıyorum. Söylerken 1 sn. bile durup düşünmediğini biliyorum. Kafasında sinir krizi geçirmesine sebep olacak kesin başka bir şey vardır diyorum. Ama yine de kendimi alamıyorum, acaba bunu düşündürtecek ne yaptım diye. Acaba bu izlenimi nasıl yarattım? Sadece hıncını çıkartmak için saldırdığını biliyorum, ama yine de diyorum. İnsan ne kadar sinirli, kırgın, asabi, isyankar olursa olsun hiç düşünmediği, aklının ucundan geçmeyen bir şey söylemez. Yapamaz yani. Aklında hiç olmayan bir şey, en sinirli olduğunda anda insanın aklına gelmez. Mutlaka bunu düşündürten bir şey olmuştur. Ama ne? Ben ne yapmış olabilirim?
Hatta ben ne yaptımda bu cümleyi hakettim? Haketmedim, başka bir arkadaşımda ona söylenen şeyleri haketmedi bu gece. Maruz kaldığı davranışı haketmedi. Bana göre tabi bu. Bazı insanlar için arkadaşlığı bitirme sebebi olabilir. Tanıyamıyorum artık insanları. Her şey mümkün diyorum.

Hem ne kadar kolay insanları kaybetmek, mum üfler gibi. 'Püf de' geçsin. O mum söndürülür, ve biz karanlıkta beraber kalırız. Peki karanlıkta kalıp, yanındakilerin varlığıyla korkmuyorsan eğer, ne gerek var en yakınındakileri bu kadar üzmeye ve kırmaya?
Kavga ederiz, püf deriz, her yer karanlık olur, ışıklar geldiğinde yine sarılırız. Ama madem böyle olacak, o zaman ne gerek var?

23 Şubat 2011 Çarşamba

Falan falan filan

efet yeni bir gun başladı gibi oldu sonra uykuya aldım günü, ama artık kesin olarak başlamış bulunmakta.Okula gideceğim, ayrıca kavitasyon zımpırtısına da gittim. O üstümde dolaşan aletin beni zayıflatacağına inanmasamda devamlı yeni seanslar almak istiorum. Yazık babacığıma. Kendimi tutmanın limitindeyim. Ben kendi paramı kazanınca sanırım 1 gunde bitireceğim maaşı. Bana yalan 'İnsan kendi parasını harcayamazmış' düşüncesi.
Bir de ilk maaşımla laser epilasyon hayallerim var. Daha önceden gittim ama sarısın ve beyaz tenli olduğum için hiç bir işe yaramadı bende. Boşa giden para oldu. Ama akıllanmadım sanırsam.

Neyse dün yazdığım yazılara hiç yorum gelmemiş. Okuyan var mı yok mu bilmiyorum. Ama ben üzülüorum öyle olunca. Hani eften püften şeyler yazsam bile birileri önem versin istiorum nieyse. Yorum yapınca insanlar nolucaksa. Ama tek mutluluğum bu işte. Okula verdiğim fazladan 1 kredi isteyen dilekçemin kabul olup olmayacağınıda çok merak ediorum. Hatta ölüccem meraktan. Ve bü yüzden uyumak istiorum. Bir an önce nolucaksa olsun hesabı.

Bide yaz gelsin istiyorum artık. Daha 3. hafta aslında genelde 6.-7. hafta gibi olurdu bu istek içimde. Bitirme yaptığım hoca dünkü durgunluğuma baya bir şaşırdı görüşmede. 'Bukadar bırakma kendini, insanaların seni bu kadar etkilemesine izin verme' falan dedi. Üzüldü sanırım. İnsanların beni etkilemesine izin vermemeyi başarsam hayatın sırrını çözmüş olacağım zaten. Hihooo falan diye 2-3 sebeklik yapıp terkettim odasını. Ben en çok ciddiye aldığım şeyleri, ciddiye almıyormuş gibi davranmayı seviyorum sanırım.

Kafam çok karışık bu aralar okuldan bağımsız olarak. Evet onun dışında da kafa yorduğum şeyler var yani. İçimde patlamaya hazır bi volkan var sanki. Tutuyorum tutuyorum gülüp geçiorum. Kötü günler, kavgalar, çığlıklar yaşanmamış gibi davranıorum. Beni tek mutlu eden insanın, beni bu kadar mutsuz etme gücüne sahip olmasından hoşlanmıyorum. Ama napiyim. Sanırım tuzu biberi dedikleri bu olsa gerek. Son olarak yaşadığımız kavga biraz fazla tuzlu biberliydi. Baharatlıydı bide. Ağzım dilim boğazım yandı. Nefret ediyorum onunla kavga etmekten. Ama oluyor işte. 3-5 ayda bir oluyor. Olsun zaten arada iidir rahatlamak adına ama ben pek rahatlayamıorum işte :( (üzgün surat hüüü)

Neyse ben yine geç kalıyorum derse. Biliyorum bu yazımda kendi kendine günlük kıvamında bir yazı. Okuyan olur mu orası meçhul. Blogumda tek başımayım. Aslında ordasınız biliyorum ama azıcık trip atmak istedim.

22 Şubat 2011 Salı

Hoşgeldin Yeğen

Hoşgeldin Yeğen, lahmacun fazla geldi var mı yiyen?

Saçmalamak istiyorum yine. Düşüncelerime rağmen komik bir yazı olsun istiyorum. Hem hep en çok gülenler, aslında en çok ağlayanlardır dimi?

Çok güldüm kesin çok ağlıcam...   gibi gibi

Sevgililer gününde hediye gelen çiçeklerin suyu renk değiştirdi. Sanırım çeşitli mikroorganizmalara ev sahipliği yapmakta o su. Fakat ben inatla o suyu boşlatmıorum. Bulanık bulanık bana bakıo masamın üstünde. Aslında bişi de itiraf edicem ben kurumuş gül kokusundan da hiç hoşlanmam. Ama yapılan bir süprize asla böyle bir tepki verilmemeli bana göre. Ayıptır.

Annem yok 2 gün evde, ablamda kalacakmış. Keşke babamda kalsaydı ama 'küçük kızımı yalnız bırakmıyım' modunda. Tabiki ben diyemiorum 'Evde yalnızken daha mutlu ve huzurluyum babacım lütfen sen de git' diye. Bana göre bu da ayıptır. Hem üzülebilir. Ne gerek var babişi üzmeye. İşin kötü olan yanı ise yemek hazırlamam lazım çünkü benim babişim dışardan sipariş yemez. Bide sıkılıp sıkılıp bana sarıcak. 'Nie mutsuzsun, nie odandan çıkmıyosun, gel beraber maç izleyelim' gibisinden. Gerçi bu akşam maç var mı yok mu bilmiorum ama olsa kesin derdi. Çünkü ben bir erkek çocuğuyum ona göre. Gerçi Allah kime erkek çocuk vermeyeceğini iyi biliyor. Erkek olsaydım, bir ipte 2 cambaz oynamaz misali, haftalık olarak babamla birbirimize girebilirdik. Şimdi babamda saçlarını kestirmeye gitti. Ha bu arada benim babişim keldir. Azıcık bişi vardır ama çok uzamışlar rahatsız oluyormuş. Neyse, hadi başka bi konuda saçmalıyım artık.

Spor üyeliğimi yeniletmemeye karar verdim bugun itibariyle. sabah 9 akşam 18 ders programına sahipken spora gidebilmem pek olası değil. Zaten bitkin ve bunalmış olan ruhumdan dolayı bünyemde devamlı yorgun olduğu için, gitmeyeceksem boşu boşuna para vermeye gerek yok. Haziran gibi işala tekrardan üye olurum. Spor salonu kaçmıyo ya..

Kredi kartı limitimi yine doldurmuşum. 20 milyon bile çekmedi. 20 milyona ne alıcaktın derseniz; Laptopuma sticker alcaktım. Evet cok gerekli. İnanılmaz hemde. Bide bu ay ne harcadığım konusunda hiç bir fikrim yok. Nays oldu tam. Üstelik makyaj malzemesi ve parfüm alışveriş zamanımda gelmişti. Sıkıntı oldu bu durum. İnternetten alışveriş olayı yüzünden batıcam yakında. Batan ben olmıcam tabi. En nihayetinde üretici değil sadece tüketici olan bir vasfım var şu dünya üstünde. Bir işe de yaramıyorum ayrıca. 10 parmağımda 10 marifet falan yalan yani. 1 parmağımda olsa, amenna diyeceğim. (Amenna ne ya?)

Neyse cuma günüm boş olsa bile haftanın 9-18 programına sahip diğer günleri benim için tam bir ölüm. Sıyırcam yakında. Üstelik daha 3. hafta, geriye kaldı 11 hafta. Ha bu arada yarında kavitasyon/kativasyon (nasıl yazıldığını imkani yok öğrenemiorum) olayına başlıyorum. 3 ay boyunca gideceğim. Ama çok ucuza kapattım o olayı. Umarım bana fazla ama diğer insanlara zayıf gelen kilolarım beynimden gitmez. Dahada aptallaşırsam bu okul sittin sene bitmez. Zaten ben 45 kiloykende 42 kilo olmaya çalışıodum. Orda burda bayılmaya başlayınca vazgeçmiştim. Çok seviyodum kendimi o zamanlar. Şimdi bana 'Zayıfsın manyak mısın öle şeylere gidiosun' diyen insanlara kafa göz dalmak istiyorum. Nerden biliosun? Belki gizli şişkoyum ben. Çıplak mı gördün beni de konuşuosun. Hayır görmedin ben söyliim. Sus konuşma o zaman. Gidiosak bi sebebi var heralde. Ben yeniden 26 beden pantalonlarımı giymek istiorum belki. Kıyamıorum atamıorum işte. Sananey!

Ha bu arada manyak manyak şeyler yapıorum bazen. Sevgilinin ex'lerini çeşitli sosyal ağlarda aratıp nası bişimiş diye bakmak başka, ex sevgilinin ex'ini aratıp bakmak başka. Olmaz ama. Ex'lerimi  aramam ama hiç bi yerde. O kadar düşmedik nan daha. Sıkıntıdan sanırım. Hyr bakınca noluosa, el falan da sallasan gözükmez karşı taraftan. Öyle bazen geliolar. Sonra gidiolar bazen kalıolar. Yine gidip gidip geliyolar.
Ay kendimi kesicem şimdi. Ayyh!

Öyle yani. Oh be rahatladım gibi gibi sanki.
Çok rahatladım kesin çok darlanıcam.
Dırıdııımmmmmmm tııssssss
Dımdım cıkı cıkı tıssssssss

Son'lar


Neden son sigaranin son son nefesi bu kadar onemli bizim icin? Ilk paket actigimiz an aslinda ne kadar degersiz o 20 dal. Yakip yakip atabilioruz. Sonra son sigara geliyor. Yaktigimizda hic bitmeyecekmis gibi geliyor. Sonra elimizde bir fitil kaliyor ve biz onu atmaya bile korkuyoruz. Son cunku O. Ona muhtaciz aslinda, birakamiyoruz oyle kolayca o ilk 19 sigarayi biraktigimiz gibi. Aslinda sigara da degil olay ya neyse..

Neden kaybetme korkusu yasamadan uzulemioruz? Illa 'ayrilik' kelimesi mi bizi getiriyor kendimize. Neden Son'lar bu kadar kiymetli? Neden mutlu anlarimizda kirmak, uzmek bu kadar kolay? Son ana kadar farkedemiyoruz kayiplarimizi, kaybedeceklerimizi. Hani buyumustuk biz? Hani bilirdik kaybetmenin anlamini? Pisman olacagimiz sozler soyledigimizi neden hep en son anda farkediyoruz? Bastan alsak, bastan konussak davranmanayacagiz belki de bu kadar saldirgan. Ama olmuyor iste. Insanoglu hic bilmiyor. Elindekini kaybetme korkusu yasamadan ogrenemiyor. Son sigara oldugunu anlamadan, kiymet veremiyor o dumana. Unutulan Ilk'ler var coktan. Kiymetsiz olmuslar bile.
Ama Son'lar hep cok degerli. O Son'lar o kadar uzuyorki bizi, butun gecmisimiz yokoluyor sanki. Butun cekilen ilk acilar, ilk kavgalar, ilk deneyimler onemsizlesiyor. Bir Son kaliyor bizden iceriye.

Hepsi gecmis gitmis bir tek o son cumleler var aklimizda. Son sigara, son ayrilik, son barisma. Son cunku O. Ondan oncesi de yok artik, sonrasi da yok. Adi ustunde Son cunku O.

- Posted using BlogPress from my iPhone

21 Şubat 2011 Pazartesi

Karar veremedim

Herkes mukemmel, herkes kusursuz. Biri bildiginiz en buyuk dahiden daha dahi, digeri daglari delmis. Bir baskasi Dunya'yi dondururken, arkadasi uzaydan bakiyor evrene. Herkes basarmis hayallerini, herkes kendi hedeflerinin zirvesinde. Kimisi milyonlara duyuruyor sesini, kimisi onbinleri pesinden surukluyor. Birisi ise dunyanin merkezine tunel kazmis. Kimse kimseyi oldurmemis, kiskanmamis, kimse kimseye ihanet etmemis. Kimse bir baskasinin basarisina goz dikmiyor ustelik. Ihtiyac yok cunku, herkes basli basina bir basari oykusu. Baktiginizda bu boyle.

Sonra..

Herkes siradan, herkes nefes almaya calisiyor. Kimse ulasamamis hayallerine yasam mucadelesi vermekten. Bir firtinada suruklenmeye baslamislar, kendilerini durdurmaktan aciz kalmislar. Bu Dunya'da herkes kirmis birbirini, herkes kiskanmis, kimse bir baskasinin iyiligini dusunmemis. Kimse hedeflerine ulasamamis, dediklerini yapamamis. Dunya donerken sadece seyretmis neler olup bittigini. Kimisi camur atmis arkadasina, kimisi baskasinin basarisini kendine mál etmis kendi acizliginden.

Bense oldugum yerde dururken, donmus Dunya baska bir gun olmus. Ve ben bugun hangisi olmak istedigime karar verememisim.

Hic bir sey, hic kimse olmak istemisim sadece.
Ne mukemmel, ne siradan.


17 Şubat 2011 Perşembe

Been There, Rocked that..but its gone now.

Kendimi uyuşturu bağımlıları gibi hissediyorum. Sadece kendim için değil bu hissiyatım. Tabi bu duyguyu sadece okuduğum kitaplardan ve izlediğim filmlerden biliyorum yada bildiğimi sanıyorum. O filmlerde ve kitaplarda, bağımlıların dostlukları normalde bulabilceğiniz gibi dostluklar değildir. Eğer cebinizde mal varsa sizinle ölüme bile gelirler, yoksa sizi satabilirler bile para karşılığı. Dostluğun sınırı olmadığı gibi ihanetin de sınırı yoktur o hikayelerde. Sonra ölmeye başlarlar yawas yawas. Bırakan şanslı 1-2, belki yaşar belki yaşamaz. Belki tekrar başlar.

Bende kendimi öyle hissediyorum. Dedim zaten. Üniversitenin ilk yılları, yeni kazanılmış bir özgürlük. Artık izin almadan evden dışarı çıkmak. Haber vermen yeter, izin almadan kalman istediğin arkadaşında kalabilmek. İstediğin kadar harcaman, istediğin kadar içmen, istediğin kadar insanla konuşman, istediğin kadar eğlenmen. Öyle bir yanılsama ki bu, hayatının kontrolu sende sanıyorsun. Tıpkı her bağımlının 'İstediğim anda bırakırım' demesi gibi. Hangi sınavlara çalışmadığımı, sırf akşamdan kalma olduğum için kaç sınava kalkıp gitmediğimin sayısını unuttum çoktan. Unutmadıklarım o beraber zaman geçirdiğim insanlar. İstanbul'u salladım ben. Salladık. İstanbul benim oldu, bize yenik düştü. Fazla alkolden hastaneye gidip serum yemek komik bir olaydı bizim için o zamanlar.
-'Abi dün akşam yine hastanedeydik hauehehuuedheu'
-'Bu gece hastaneden loca ayırtalım bari, her hafta birini taşıoruz ehueheueh'
-'Aynen kanka hehuehe'
Gibi, gibi.
Sonra eğlendiğim her anın acısı benden çıkmaya başladı. Nasılki uyuşturucu, vücudu yavas yavas çürütüyorsa, yaşadığımız o hayatta bizi tüketmeye başladı. Daha doğrusu beni. Ben toparlayamadım. Sonra ben öldüm. İnsanlar toparladılar kendilerini. Ben tekrardan yaşama dönmeye çalışırken, onlar çoktan devam ettiler hayatlarına. Hatta yeni hayatlar kurdular kendilerine. Büyüdük kısaca. Geçirdiğimiz hatırlamadığımız gecelerden sonra, birbirimizi kahkahalarla arayıp 'Noldu ?' diye çözmeye çalışırken, artık utanarak aramaya başladık. İçip içip saçmalayan insanlara, aşağılayan gözlerle 'Hala öğrenemedin mi içmesini?' der olduk.

Bir tek ben hapsoldum bu döngüde. Eskisi gibi eğleniyor, hiç bir şey umrum değil olsam, zaten böyle hissediyor olmayacaktım. Ama öyle de olmuyor, böyle de olmuyor. Artık geçti, sonu olmayan party gibi bir hayat yaşamak benden biliyorum. Fakat beni bitiren, aslında bu kadar sorumluluk sahibiyken, hala kendi çıkış biletimi alamamış olmak. Üstüme kabus gibi çöktü o yaşadığım eğlenceler. Hala acısı çıkıyor. Hala bitmiyor gençliğimin, eski sorumsuzluğumun intikamı. Hala yetmiyor. Bir türlü nötr'lenmiyor ve ben bir türlü özgür kalamıyorum. Diğerlerinin aksine. Ve uyuşturucu bağımlılarının balon olan dostlukları gibi, benimkiler de sönüyor. Çünkü kimse anlamıyor. Benimle aynı geceleri geçirip, aynı sınavlara girip çıkmış ve aynı sorumluluklara sahip olan herkes kurtardı kendini. Bense evdeyim artık hep. Genelde yalnız. Sosyal aktivitem telefonum.

Öyle olsun istemiyorum hayatım tekrardan. Sorumsuz, yarını düşünmeyen, anlık eğlencesine bakan. Ama böyle de olmamalı. Daha çok işe yaramalıyım. Dünya'ya katkım olmalı. Kurtulmalıyım bende. Planlar yapabilmeliyim. Kontrol edebilmeliyim hayatımı. Daha fazlası olması.

Yani benim hala 'Roxy Girl' olduğumu düşünen hocaya inat, değilim artık. Çünkü ben öldüm. Ve diğerleri devam ettiler. Diğerleri çizdiler yollarını. Ve ben üstüme atılmış toprağı tırnaklarımla kazmaya çalışıyorum. Ama hep daha fazlası dökülüyor. Yardım eden yok, edebilecek olan yok.

İstanbul benimdi. Been there, rocked that!
Ve kaydı gitti ellerimden.
Başka tutacak bir şey bulamadım.
Ve sonra ben öldüm.
Diğerleri devam ettiler.
......

15 Şubat 2011 Salı

Kendini Tanımayan

Pembe gözlüklerim vardı benim
Ruhumda ise karanlık
Güneş kadar parlak takılarım oldu hep
Altımda bir erkek pantalonu
Gömleğimin düğmelerini hiç iliklemedim
Küçüktüm ben, tanıyamazdım daha kendimi
Oysaki saçıma taktığım çiçeklerim vardı
Sessizdim ben içe kapanıklardan
Konuşunca kimsenin susturamadığı
Ya da ağlarken
Pembe gözlükler hiç kurumadı
Hem Dünya'yada hiç pembe bakmadım
Kendini tanımayan
Kandırabilir mi masallarla ruhunu?
Rüyalarım vardı
Yeteri kadar gördüğümde gerçekleşen
Küçüktüm, tanımazdım
Kendini tanımayan
Aradığını bulabilir mi?
Küçüktüm ya, bilmezdim insanları
Herkes benim gibi sanırdım
Bir yanı Güneş kadar parlak
Bir yanı Ay kadar buğulu
Geri kalan Gece kadar karanlık
Oysaki ben hiç rol yapmadım
Oyunlar oynanan bir sahnede
Çıplak kaldım
Herkes bana bakarken
Ben hiç utanmadım kendim olmaktan
Dünya adaletsizdi, yaşadığım korunaklı hayatta
Ve maskelerim oldu bir çok
Beyaz tenimi gizleyen
Herkesden iyi tanıdım maskelerimi
Çevremde olan rolleri hiç yadırgamadım
Ama kendime de yakıştıramadım
Oynamaktansa gizlenmekti beni, ben yapan
Pembe gözlüklerim vardı benim
Ruhumda ise karanlık
Güneş kadar parlak takılarım oldu hep
Altımda bir erkek pantalonu
Gömleğimin düğmelerini hiç iliklemedim

14 Şubat 2011 Pazartesi

Beklenmeyen

Evet sabahki giderlerimi bir bir yutmam lazım sanırım an itibariyle. Bugun den hiç bir şey beklemezken, çeşitli süprizler, ve benim elimde patlamayan süprizlerin sahibine verilebilmiş olması, hmmm şeyyy neydii, aslında mutlu ediomuş. Galiba, sanırım. Yok yok hakkaten öyle.

Şimdi günümün nasıl başladığını biliyorsunuz zaten. Eski bir kazak, biraz makyaj falan bildiğiniz kısmı. Sizin bilmediğiniz, butun gün deli danalar gibi ortalıkta saldıracak insan aramak, Nesquik kendini kötü hissetmesin die asla ama asla ona bu duygu gel-gitlerini belli etmememek, sacma sapan ders programım yüzünden saatlerce aynı bankın üstünde oturup 1 paket sigara bitirmek, insanların gidip gelmesi benim olduğum yerde sabit kalmam, bugunden bir şey beklememek, Sevgililer gününe bok atanlara bok atmak istemek ama yapılan hazırlıklara rağmen kutla(ya)mayacağını bilmek(iş toplantısı/yemeği var çocugun aaaaa) ve bu yüzden Sevgililer gününe de bok atmak istemek,sevgliler günüyle ilgili naptıklarını/napacaklarını saniye saniye twitterda paylaşanlara kafa göz dalmak istemek (Ben bir haftadır hazırlanıodum bir tweet bile yazmadım görgüsüzler) ...vs vs vs.

Sonra bir telefon, günüm aydınlandı.Önce aydınlandı sonra biraz korku hali sardı dört bir yanımı. Eve gelen çeşit çeşit hediyeyi babamın teslim almış olması (ki kesinlikle sevgilim olduğu gerçeği babayla paylaşılmaz bizde), annemin panik halindeki telefonuyla tarafıma bildirildi. Neyseciğime ben böle ilk şoku atlattıktan sonra biraz rahatlamışken 2. telefonun gelmesi, bu sefer babamın gelen çiçekleri teslim almış olması ve her şeyden enteresanı benim 2 tane erkek arkadaşım olduğunu düşünüp benimle gurur duymasına kadar gidiyor bu hikaye. Butun bu telefon trafiğinden sonra, Nesquik'in araması işinin bittiğini söylemesi. Beraber Sevgililer Gününü kutlamak, artık yaştan mıdır, yoksa onunla beraber olduğum için midir bilmiyorum, sanki daha da bir anlamlıydı bu Sevgililer günü. Sanki ben bir liseli kız, sanki ilk aşkım ve sanki ben onunla evleneceğim gibi klişe düşünceler. Hani böyle bir anda gününüze ışık doğması. İşin ilginç yanı, ben Sevgililer Gununu hiç önemsemezdim bile. Genelde 'Uff aman kim uğraşıcak?' Ama sanırım, bazen karşımıza çıkan insan hala, ilk defa yaşamadığımız şeyleri ilk'imizmiş gibi yaşatabiliyormuş. Yeni bu duygu benim için. Uzun zaman sonra Heyecan, uzun zaman sonra aslında SON olan İLK. Sadece ikinizi saran havaifişekler..

Yani yazının özeti şöyleki, sabahki yazımı tamamen yutarak;

Bazen klişelerde, insanı mutlu, en mutlu edebiliyormuş.

Kliş Kanka

Klişelerden nefret ediyorum. Her sabah aynı uykusuzluk mesela. 15 saat uyusamda aynı 3 saat uyusamda. Pavlov'un köpeği misali, o alarm çalıyorsa, ben uykusuz oluorum. Nitekim alarm çalmadan 6 saatte de uykumu almış olarak uyanmışlığım vardır. Sıkıldım bu klişemden. Mesela bazen de ne giyersem giyim, kendimi 10 senelik boğazlı kazagımın içinde güzel gördüğüm kadar güzel göremiyorum. Bu önemli.
En güzel maskemi taktim az önce, üstümde eski bir kazakla. Saclarımı bile maskeledim. Parlak parlak takılara sahibim. Ve şuanda geç kalıorum günlük, benim için hiç bir anlamı olmayan işlere. Ha bir de bugun Sevgililer Gunuydu dimi? Yok ona saldırmayacağım şimdi. Belki akşama.

Ve bugun butun klişelere kafam girsin istiyorum.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Ne? Efendim?

Şarkı

İnsanoglu ne salak lan! En başta ben. Yapılan butun hazırlıklar, hissedilen heycanlar. Aslında ne kadarda körüz. Olayları belli sebeplerden ne de güzel anlamak istediğimiz gibi anlıoruz. Hoş olmayan şeyleri hoşmuş gibi, manası olmayan şeyleri manası varmış gibi, aslında problem olmayan şeyleri problem gibi algılıoruz. Sırf duygularımızın körlüğünden.

Ne kadar hayalkırıklığına uğratacağımızı düşünmeden yaşıoruz hayatı. Kim neye ne kadar önem vermiş, kim ne için nası hazırlanmış, kim ne için ne kadar heycanlanmış düşünmeden. Hep bir bahane, hep bir mola. MANASI YOK! en nihayetinde.

Ah bu diyarda kimi yakmışlar haberin var mı koç?

MiM'ik Çizgi Film

Bir Mim'ik gelmiş bana Sevgili Deep'den, Hangi çizgi film karakteri olmak isterdiniz diye. Ben Küçük Deniz kızı olmak isterdim. Orjinal hikayesinden başka bir sürü versiyonu olmasına rağmen bana hep en güzel cizgi film gelmiştir o. Kral babasına boyun eğmemesi, peşindeki ona uygun görülen eşe aşık olmaması, bunun yerine bir insanoğluna aşık olması, bu isteğimin nedenlerinden. Ama tabiki bu söylediklerim çeşitli versiyonların karmasından oluşan nedenler. Olsun zaten pekte gerçekçi olmasına gerek yok. :)
Bu sevimli MiM'ik içinse teşekkür ederim.

10 Şubat 2011 Perşembe

Sevebilirim

Simler üflenebilir saclarıma çokca
Ve ben bir balık olabilirim akvaryumda
Sırtına tırmanabilirim birden
Ve atabilirim kendimi uçurumdan

Kırmızı bir elbiseyle karşında
Makyajsız durabilirim utanmadan
Topuklu ayakkabılarım
Ve çarpık bacaklarımla

Susabilirim kavga ederken
Ve gülebilirim canın yanarken
Bir papatya falı olabilirim aslında
Sen uzaklara daldığında

Bir yüzük takabilirim parmağıma
Ve kaybedebilirim onu duşta
Bir salıncağın üstünde
Ulaşabilirim göklere

Balonlar bağlayabilirim koluma
Ve patlatabilirim hepsini
Gülleri kurutup saklarım belki
Ve atabilirim sonra çöpe

Kelebek kadar olabilir ömrümüz
Yine de ismimi unutmazsın belki
Ya da çıkmayabilirim hayatından
Haberdar olmazsın gitmediğimden

Sürükleyebilirsin beni peşinden
Ve ben ters yöne koşabilirim
Kokum gelebilir burnuna
Uzansan da tutunamazsın

Yatağımın üstünde ağlayabilirim
Kaybettiğim gençliğime bakarak
Cıplakta olabilirim belki
Ve sadece saçımı okşa isteyebilirim

Kitap gibi okuyabilirim seni
Ve sadece bir cümleymiş gibi davranabilirim
Öldürebilirim seni duraksamadan
Sen beni öldürmeden

Gülüşümü giyebilirsin sende
Gözlerimdeki ışığı ödünç verebilirim belki
Gözyaşlarıma bile dokunabilirsin hatta
Simler üfleyebilirsin saçlarıma çokça

Ve ben, utanabilirim.
Ve ben, kaçabilirim.
Ve ben, unutabilirim.
Ama ben sevebilirim seni çokça

9 Şubat 2011 Çarşamba

AyLoOoo

Bir çok yazımın baş kahramanlardan AyLoo die bahsettiğim Sevgili Arkadaşımı, uzun uğraşlar sonucunda blog açmaya ikna edebildim. Ya da yazmaya belki de. Yanyana otururken ve ben Heroyla bir önceki postta paylaştığım şiiri yazarken, ortaya dökülen fikir, 'Hadi birbirimiz hakkında yazalım' oldu. Biraz liseli tribi evet fakat gerçek dostlarla olunca hiçte liseli gibi olmuyormuşun. Bu Post'ta, beni anlatmış Ayloo, kendi reklamımı yapmak için paylaşmıorum bunu, sizde onun yazdıklarına gününüzün 5 dakikasını ayırın diye paylaşıyorum. Ve başlıyorum.

Nasıl bir anda ayrı zaman geçiremez olduk pek hatırlamıyorum ben. Önemli de değil aslında bu saatten sonra. Arkadaşlığımızın daha yeni yeni başladığı dönemlerde, garipliklerimi gözlerini kocaman kocaman açıp anlamaya çalışan bir insandı sadece. Topik sanırım aramızdaki tampon bölgeydi. Benim uçarıkaçarılığımı ve Aylo'nun ciddiyetini dengeleyen. Bölümden tanıdığım bir isim bir simaydı önceleri. Hep biraz çekindiğim, zaman zaman korktuğum. Pek konuşma ihtiyacı hissetmediğim. Hem o kadar farklı gözüküyoruzki 'Nasıl anlaşacağız' düşüncesi yer etmiş bende. Hem bir de 'Niye anlaşalım.' Genellikle şaklabanlık peşinde koşarım ben. O tevaazu göstermez bu ciddiyetsiz tavırlara. Olmaz biz onunla bırakın arkadaş olmayı, yanyana bile gelemeyiz. Yer bitirir beni, parçalar. İşte böyle gözükür benim Aylo'm dışardan. Öyle herkes kolay kolay yaklaşamaz.

Okul dersler projeler ortak tanıdıklar derken bir bakmışız, her anımız beraber geçer olmuş. Pek yalnız kalmıyoruz ama yinede pek benimsememişiz. Zamanla, ki 'Zamanla' lafından hiç hoşlanmam, farklılıklarımız bizi yakınlaştırdı gitgide. AyLo, farklıdır kızlardan. Öyle onunla oturup makyajdı, alışverişti, saç-baştı konuşulmaz. Zaten anlatsanızda dinlemez, dinlemediğini gizlemez. Hatta sizi ezer, bi  laf söylerki allahınız şaşar. Ama sizi severse ya da sevebileceğini düşünürse, her şeyden önce samimiyetinize ve karakterinize güvenirse, 5 gün hangi çantayı hangi ayakkabıyla giyeceğinizden konuşun. Dinler. Yorum yapmaz belki ama dinler. Sizi değiştirmeye çalışmaz. Olduğunuz insan yüzünden sizi yargılamaz. Öyle bir derdi de yoktur zaten. Ama sizde onu olduğu gibi kabul edeceksiniz. Değiştirmeye çalışmayacaksınız. O size uyum sağlamak istiyorsa o anki ruh haliyle sağlar. He yok sağlamıyorsa, üstüne gitmeyeceksiniz.

Uyuzdur bizim Aylo, tam anlamıyla bir uyuz. Bazen deli eder sizi. Ölümüne saldırmak istersiniz. Sadece sizi terslemek istediği için tersler, gözlerini falan devirir. Ezer, laf sokar. Kelimelerinizi kıfayetsiz bırakır. Ve bundan keyif alır. Fakat bunu yapıyorsa eğer, kesinlikle başka ters giden bir şey olmuştur hayatında. Kesin kafasında dönüp duruyordur bir takım sorunlar. Üstünüze alınmayacaksınız. Soracaksınız ona 'Aylo hayrola yine dellendin noldu?' Siz 'Noldu?' diye sordunuz diye de anlatmaz. Anlatmak istiyorsa anlatır, o an anlatmak istemiyorsa, 5 gün sonra her şey yolundayken bir anda başlar konuşmaya. Bazen onu sinirlendirecek üzecek bir olay olmasına bile gerek yoktur hatta, sadece yataktan ters kalktığı içinde bu moda girmiş olabilir. Üstüne varmayacaksınız. Butun bunları, sizi en iç çemberine dahil ettiği için yapıyordur. Çünkü bilir, siz onu tanırsınız, tanıdığınız için sorgulamazsınız, saçma kız triplerine girip arkadaşlığınızı zedelemezsiniz. Zaten o asla bilerek ve isteyerek sizi rencide etmez. O anda derdi siz değilsinizdir yani. Ama dürüst olacaksınız ona, bozulduğunuz bir şey varsa kuruntu yapmayacaksınız. Açık açık söyleyeceksiniz 'Sen böyle böyle yaptın, böyle böyle dedin' diye. Cümlelerinin altında gizli anlamlar aramayacaksınız, bunu siz yapmayacaksınız en azından. Ne düşünüyorsa söylecek zaten o size.

Dedim ya, diğer kızlar gibi değildir Aylo. Bildiğimiz ölümüne kankit olan kızlar gibi, sizi pohpohlamaz o. Kıyafetinizi beğenmediyse, 'Git değiştir' der, saçınızı beğenmediyse 'Ay ne çirkin olmuşun' der. Herhangi bir konuda yanlış yapıyorsanız çekinmeden nerde yanlış yaptığınızı söyler. Cümlelerini yumuşatmak için kulp bulmaya çalışmaz. Onun arkadaşlığını/dostluğunu herkes kaldıramaz. Yapamaz yani.

Sonra Aylo, kabul etmez onu üzen olayların varlığını. Zordur 'Evet abi üzüldüm koydu baya' dedirtmek, arkadaşlığınızda o noktaya getirtmek. O hep güçlüdür. Bir olay hakkında 2 saat konuşup, 'Yok abi üzülmedim, ne üzülcem' der. Ama gözlerinden anlayacaksınız neye üzülüp üzülmediğini. 'Hyr Aylo üzüldün aslında' dediğinizde susuyorsa, evet o sizin dostunuzdur artık.

Çoğu zaman yanlış anlaşılır Aylo insanlar tarafından kadın/erkek. Kendini anlatmaya bile çalışmaz. Öyle bir derdi yoktur insanlar beni anlasınlar diye. 'Sadece siz anlayın' yeterdir onun için. Öyle çok sosyal bir insanda değildir. Sevmez insanların günlük samimiyet oyunlarıyla uğraşmayı. Yeni insanlarla aynı ortama girdiğinde, susar konuşmaz gözlemler. Herkes gittikten sonra yorum yapar insanlar hakkında. Genellikle doğru çıkar. Hatta onu yeteri kadar tanıyorsanız, yeni insanlarla aynı ortama girdiğinde onu incelemek inanılmaz bir eğlencedir. Hani gözlerinizle anlaşmak vardır ya, ona baktığınızı yakaladığında gülümser, çünkü ne düşündüğünü çok iyi bilirsiniz. Bazen kendinizi kontrol edemez kahkahalarla da gülersiniz. Kimse anlamaz. Deli derler. Desinler.

Hisleri kuvvetlidir Aylonun. Bazen Topikle karşımıza alırız onu sorular sorarız. Hayatımızla ilgili olan şeylerde ne hissettiğini ne düşündüğünü sorarız. Genellikle doğru çıkar tahminleri. Benim için sadece 1 kere yanıldı şimdiye kadar. Erkek arkadaşımla benim için 'Sizden bi bok olmaz' demişti zamanında. Ben üzülüp bunu erkek arkadaşıma söylemiştim. O da 'O kendine baksın' demişti. Sonra ben bu olayı Aylo'ya anlattığımda, bak haksız çıktın dediğimde 'Ne biliyorsun belki ben öyle söylediğim ve o bunu öğrendiği için yoluna girmiştir bazı şeyler. Belki o yüzden toparlamıştır kendini çocuk' demişti. İşte böyle de bir bakış açısı vardır. Farketmediğiniz noktaları yakalar. Hem onun haksız olduğuna şahit olmanız, baya ender rastlanan bir şeydir.

Ayloo çok monoton gözükür dışardan. Fakat bazen bir dediği, diğerini tutmaz. Bugün sevmiyorum der yarın aşığım. Böyle de belli olmaz duygularının onu nereye götüreceği. 'Şöyle şöyle olacak' dersin. 'Hayır kesinlikle olmayacak' der. Olunca 'bak oldu' dersin, güler 'Ne bilim abi ben ya'

Çok ciddi bir yazı oldu. Daha eğlenceli anlarımız, nefessiz kaldığımız zamanlarımız da var. Fakat şaklabanlıklarımla daha eğlenceli bir yazı haline getirmeye çalışmayacağım bu yazıyı. Çünkü Aylo anlayacak. Yazıdan ciddiyet aksa bile o görecek samimiyetimi. Bana 'Yeter' olan tek şey de bu zaten.

Ortak Şiir

Sevgili Hero, ile ortaklaşa şiir yazma olayına girdik gece gece. Hiç tahmin etmezdim, birbirini tanımayan iki insanın bu bütünlüğü yakalayabilceğine. Ama oldu gibi sanki. Asla Hero kadar güzel şiir yazamam orası ayrı ama, onun ve sizin affınıza sığınarak paylaşıyım efenim.


İNKAR
Bu ten bana ait değil,
Dokunduklarına benzetme,
Bu ruh sana ait değil...
Boşuna bakmasın gözlerin,
Bu gözler bize ait değil... (Hero)

Seveceğime inanma,
Bu kalp benim değil.
Hemen inanma,
Bu sözler ben değil.
Fotoğraflarla avutma kendini
Anılar bizim değil......(Firste)

Yarını boşver,
Bir gelecek varsada,
Bize değil...
Susmasın dudakların,
Susamış olsamda,
Bu dudaklar bizim değil...(Hero)

Kurulama saçlarını boşuna
Islandığın yağmurlar
Gökten değil.
Ayılmaya uğraşma yok yere
Zihnindeki şarhoşluk
Şaraptan değil...(Firste)

Bir kadeh kalbime batmış,
Korkma ,
Ellerin kanda değil..
Yine üzerimde geçmiş,
Yıllanmışlığım var..
Senden değil...(Hero)

Duman var yüreğimde
Ateşi senden değil.
Sayıkladığım isim
Alınma senin değil.
Karanlık kırgınlığım
Merak etme sen değil...(Firste)

Ve aslında bir biz var,
Bu dünyada değil...(Hero)


Evet bu son bitiriş cümlesi sanırım satırlarda anlatılmak istenene son noktayı koyuyor. Firste kaçar, Hero kaçar.

6 Şubat 2011 Pazar

Denizkızı

Tükenmişlik çökmüş üstüme, gözlerimdeki mutluluk ise, en büyük çelişkim.
25 saatlik uykular yeter mi 1 günü yok saymaya?
Varlığını yaşamayadığım gün, kayıp mıdır?
Denizkızıydım rüyamda, ahtapotlardan korkan, bir elinde kadehi.
Sonra bir deprem oldu, binalar yıkıldı, sokağa dökülenler vuruldu.
Ve ben bütün korkunç görüntülere rağmen, uyanmak istemedim.
Bilinçaltındaki kaosu, hiç bir şeyi/kimseyi kucaklamadığım gibi kucakladım.
Ordaki karmaşa, gerçek hayatın karmaşasından çok daha kolaydı.
Çünkü kontrol bende biliyordum, istediğim zaman uyanırım.
Kontrol edemediğim hayatıma inat.
Sonunda belki yoluna giriyordur bu deli aklım.
Belki ben farkedemiyorum daha.
İçtikten sonra, hep pişman olurdum ben eskiden, pişman olacağım şeyler yapardım.
İlk defa pişman olmadan kapadım gözlerimi huzurla.
Ondan önce kendime gösterdim belki de.
Sevdiğimde nasıl bir insan olduğumu.
Sevildiğimde nasıl bir insan olduğumu.
Her anı tekrar tekrar yaşadım, yanlış olan bir ayrıntı var mı diye
Bulamadım.
Ondan çok ben kendim şaşırdım.
Deliyim çünkü ben, kendimi her fırsatta sabote ederim.
Etmedim bu sefer.
İstemedim bile.
Zorlanmadım, güvenilir olurken.
Buymuş belki de beni kendime getirecek şey.
Ya da kendimi sabote etmemi, butun mutluluklarımı kaçışlarla bozmamı engelleyecek olan.
Denizkızıydım rüyamda, ahtapotlar yüzünden kendini denize atmaya korkan.
Tek derdim, 'Beni böyle de kabul eder mi?'
Sevdiğim adam..
Aşk bunu yapar.
Sizi değiştirir.
Önceki halinizi, zorla da olsa kabul eden, geçirdiğiniz değişime inanır mı?
Denizkızıyken, sadece onun ne düşüneceğini merak ediyor oluşunuza inanır mı?
Ya da siz kendi geçirmekte olduğunuz değişime inanır mısınız?
Belki de bu değişim artık beni tanımlayan.
Dürüst, sadık, en ufak eğlencesini bile yanında olmayanla paylaşmaya çalışan..
Denizkızıydım rüyamda, yaşadığım ruhsal değişimin somut hali.
Denizkızları iyiliği simgeler masallarda.
Rüyalarda ise hayalkırıklığını simgelermiş.
En çok sevdiği anda terkedilir insan.
O binalar yıkılırken, zihnimde panik zilleri çalmasına neden olan tek isim, kanıtlayacak bana tersini umarım.
Çünkü ben kanıtladım kendimi.
Denizkızıydım rüyamda.

4 Şubat 2011 Cuma

Manyak Manyak Konuşmayın!


Susucam diorum, medyanın kölesi olmıcam diorum, ama olmuo susamıyorum!
 
Ölümden öte köy yok, ölmüş gitmiş bitmiş olay. Hastaneye kaldırılsa, çıkınca kendini savunacak durumda olsa -yinede eleştirmek kimseye düşmez- tamam bi derece namus bekçiliği yapın. Sanki o adam(H.U) her gece tek gecelik hatunlarla yatıp kalkmıo..., çok afedersiniz p..z..klik yapmıo sonra yok 2 senelik anne, evli barklı kadın ne işi var orda, su testisi yol mol ..oh olsun ölmüş demediği kaldı bi insanların. Hakkaten bir erkek hatun peşinde ölünce, o adam evli barklı adam, çocuk babası olmuo dimi? O adamın söylediklerinin doğru olduğu ne malum? Orda mıydınız da böle yok o haklı bu haklı die konuşuosunuz? Nan bu ülkedeki evli, bekar bir çok insan gece dışarı çıktığında 'Bu gece kimi düşürsem acaba?' diye çıkıo.Ölmüolar die onlar çok mu namuslu? Sanki kimse kimseyi aldatmıo, kimse ilk tanıştığı insanla eve otele gitmio dimi? Karabulut içinde 'Erkek arkadaşının evinde ne işi var? Töbe Töbe' diyenler çıkmıştı. Kafayı mı yediniz abi siz? Neyi tartışıosunuz, ölmüş lan işte, ölmüş. Manyak manyak konuşmayın insanın asabını bozmayın. Millete o haklı bu haklı demeden önce, insanlığınızı hatırlayın biraz!
 
Hadi şimdi hepiniz namusunuzla ölün, ben dua ederim arkanızdan! (Ünlem)
Aman bide evlenmeden önce de sex yapmayın, hatta evlendikten sonra da yapmayında çoğalmayın daha fazla!(Ünlem)

Ewlen Kız Bemle!

Son zamanlarda yazdığım yazıların ne kadarda günlük kıvamında olduğunu farkettim şu anda. Eskiden daha farklı yazılarım olurdu. Genellemeler, sosyal içerikler, duygular olurdu yazılarımda. Şiirde yazardım eskiden. Artık pek yazamıyorum şiir. Eskiden bilgisayarımda, blogta paylaşmadığım yazılarda olurdu. Şimdilerde sadece burdakilerden ibaretim.Paragraflar birbirinden bağımsız günlük olaylarla ilgili. 'Drama Queenn' olmayı severdim. Hala öyleyim aslında ama sanırım yazılarımın bu kadar kendimle ve günlük hayatımla ilgili olması, üstüme çöken asosyalliğimle ilgili. Duygularımı şahlandıracak bir olay yaşamıyor oluşumla ilgili.

Lakin dün yine bir dizi izlerken, kafama takılan bir konu oldu. Evlilik meselesiyle ilgili. Şimdi düşünün 2 insanın nasıl hayatını birleştirmeye karar verdiğini. Genellikle erkek hazır olduğunda, kadına evlenme teklifi eder. Kadın kabul eder evlenirler. kabul etmezse ayrılırlar. Ama kimse düşünmez, o kadının evliliğe hazır olup olmadığını. Daha duygusal ve ayrıntılı düşünen varlıklar olduğumuzdan yola çıkarak, kadınların evliliğe doğdukları andan itibaren hazır olduğu düşünülür. Sevgilisinden evlenme teklifi almış bir kadının, 'Ben daha evliliğe hazır değilim, böyle sevgili olarak kalsak olmaz mı?' deme hakkı yoktur. Hiç bir erkek bunu kaldıramaz. 'Ben hazırsam, o da hazır olmalı' düşüncesine sahiptir erkekler, ve eğer bir kadın bu cümleyi kurarsa, muhtemelen o ilişki biter. Kim bilir kaç tane ilişki bitmiştir, zamanından önce edilen evlilik teklifleri yüzünden. Oysaki bir kadın, yuva kurmaya, kariyer sahibi olsa bile bir adamın sorumluluğunu almaya, ona yemek yapmaya, evi temizlemeye ve günlük hayatın ayrıntılarıyla sadece kendi için değil, kocası için de uğraşmaya her zaman hazır olmalıdır. Kadın kısmının hazır olmamaya hakkı yoktur. Hem hep kadınlar hayal kurmalıdır, her sevgilisiyle evlendiğini düşünmelidir. Daha ilişkinin ilk ayında bile çocuklarına isim seçmelidir kadın. Hayatta rolumuz hep bu sanılır. Hem sonra evlilik hep erkekler için bir kafes olarak düşünülür. Kadınlarında aynı şeylerden vazgeçtiği kimsenin aklının ucundan geçmez.

Yakın arkadaşlarımın sevgilileri, ve benimde sevgilim olmak üzere, gençlik arasında sevgiliye yapılan şakalar genellikle hep bu düşüncelerden çıkar. Ben çok şahit oldum, erkeklerin sevgililerine, 'Düğününüze geliriz artık' şakasını yaptığına. Bence büyük terbiyesizlik. Erkek arkadaşımda yapmıştı bunu bana zamanında. Tepki göstermiştim. Tepkime karşılık olarak ise 'Her erkek arkadaşınızla evleneceğinizi düşünmekten vazgeçin artık' olmuştu. Kadınlar hep bunu düşünür sanırlar çünkü. Bende 'Her erkek arkadaşımızla evleneceğimizi düşünmüyoruz tabiki, ama kimsenin karşısına geçipte 'Biz seninle takılıyoruz ya, evlenmeyi düşünmüyorum seninle ama iyi böyle ya!' düşüncesini içeren şakalar(!) yapmıyoruz' demiştim. 'E o zaman siz de yapın' olmuştu bana verilen cevap. Gülüp geçmiştim yine. 'Evlilik' konusuyla ilgili konuşuyor olmak bile beni rahatsız etmişti açıkcası. Daha hazır olmadığım, düşünmeye bile en az 3-4 senemin olduğu bir konu hakkında, baştan 'Her kadın evliliğe hazırdır' yaftasıyla etiketlendiğim bu konuşmada zaten 1-0 yeniktim.

Sanırım kadın milletinin bu konudaki erkeklerden ayrılan farklılığı, bizim düşüncelerimizi çok daha iyi saklıyor oluşumuz. 'Hazır olmama' düşüncesine sahip olabileceğimizi göstersek belki böyle olmayacak. Ama bir kadın hazır olup olmadığını, karşısındakine türlü şakalarla anlatmaya çalışmaz. En azından bu benim için öyle. Hazır değilse, değildir, ama bunu zamansız gelen evlilik teklifinden önce belli etmez. O teklif edilir, cevap 'hayır' ise biter o ilişki. Aslında ne kadar da basit değilmi?

Neyse, bunlara nerden geldim bilmiyorum. Birazdan maskemi takıp okula gideceğim. Bitirme projemle ilgili yapmam gereken şeyler var. Hocayla konuşacağım, bana naptın diye soracak. Hiç bir şey yapmadığımı söyleyeceğimi bilerek gidiyorum odasına. Desemki 'Hocam gelmeden önce oturdum, evlilikle ilgili düşüncelerimi yazdım. İşte budur yaptığım şey' desem, pek hoş başlanmaz sanırım görüşmeye. Ama komik olur orası ayrı.

(başlığı bilerek öyle yazdım, yazım hatası yok!)

Kurt

İzediğim saçma dizilerin bir tanesinde değişik bir şey öğrendim. Gerçekten öyle mi, yoksa sadece senaryo olsun diye mi yazılmış bilmiyorum. Araştırmadım da, üşendim. Google it Yourself!

Kızılderili inanışlarına göre, içimizde 2 kurdun apansız savaşı süregelirmiş. Bu kurtlardan bir tanesi iyiliği, mutluluğu, güzelliği, aydınlığı, diğeri ise kötülüğü, insan egosunu, karanlığı, mutsuzluğu temsil edermiş. Biz hangisini beslersek, o kazanırmış bu savaşı.

Peki ben bunu niye yazdım? Çünkü içimde olan o iki kurdun savaşını artık hissedemiorum. Böyle bi durgunluk. Hiç bir şey yok sanki harekete geçmemi sağlayacak. Mutsuz değilim kesinlikle ama mutlu olmak içinde bir nedenim yok sanki. Mutlu olmak için nedene ihtiyacımın olması çok mu garip? Yaşamak için nedenim yok demek istemiorum çok intahara meyilli bir cümle oluyor (sevmem ben öyle tripleri), ama neden yaşıyorum ben? Mezun olmak için mi? Neden mutlu olmalıyım? Sahip olduklarıma şükretmeliyim evet, bu yazdıklarımla çelişerekten her an zaten 'Allah daha kötü dert vermesin' derim kendi kendime. Şükretmesini çok iyi bilirim. Ama neden işte? Neden odamdan çıkmam gereksin mesela? Sevgilimi görmek için mi? Oda gelebilir. O gelsin. Hatta lütfen gelsin, çok mutluyum onun yanında nedenini bilmesemde. Mesela ayrılsak işte o zaman mutsuz olmak için bir nedenim olur. Günlerce ağlarım heralde. Peki neden hayatımda her şey varken, ben hala mutlu olmak için bir nedene ihtiyaç duyuyorum?

3 haftadır canım, annemin 1 yemeğini çok istiyordu. Bugun yapmış. ' AAa anne yapmışın canım çok istiodu kaç zamandır' dedim. Annemde sasırdı: 'Kızım nie söylemedin, daha önceden yapardım' dedi haliyle. Bende 'Üşendim' dedim. Masada bi sessizlik. Bende şaşırdım aslında neye üşendiğimi düşününce. Annem 'O zaman bundan sonra msg at bari' dedi. Güldüm. 'Ona da üşenirim' demeye dilim varmadı.

Neyse ne diodum, içimde olan kurtlar ölmüş sanki benim, ne çarpışmalarını ne de birbirlerini parçalamaya çalışmalarını duyabiliorum. Hayatımın amacını kaybetmiş gibiyim, kendime bi amaç bulmak istiyorum, ama hiç bir amacı şu odamdan çıkmaya değer görmüyorum.

Nolucam ben ya? Off yeter hakkaten nolucam ben ya? Çok fazla geliyor hiç bir şey hissetmiyor olmak. Çok fazla geliyor kendimle ilgili hiç bir şeye heyecan duymuyor olmak.Çok!

2 Şubat 2011 Çarşamba

Yine Baslıyoruz

Evet yine baslıyoruz. Derslerimi secmeye calıştıktan ve anca 3 tane seçebildikten sonra, danısman hocamın bana yaptığı yorumlar akabinde bir kriz bekliyordum zaten. Yakındı. Adım adım geliyorum diyordu içimde. Nitekim 3 saattir uyumaya çalışıp onun yerine yatagımda döne döne ağlıyordum. Ayrıca makyajımla yatmıştım, çarşafıma aktı. Sıkıntı! Depresyonum çözümsüzlüğüm.

‎12. dönemime girerken pişkin pişkin "Fazladan 1 kredi alamazsın, önüne gelene yalwar yakar ama bence uzar 1 dönem daha okulun" şeklinde konuşan hocaya tepkili olmakta haklı mıyım haksız mı? 22 krediyle bu kız mezun ama 21 kredi alma hakkım var. Dilekçe yazıcam tabi. Yanarım yanarım o 1 kredi için düşeceğim hallere yanarım. Üstelik bu konuşma bana yardım etme amaçlı. Yani gerçekten uyuzluk yapmak istediklerinde neler dediklerini siz düşünün. Ya da düşünmeyin çok sıkıcı vazgeçtim.

Üniversiteden çıktığımızda güya özgüveni tam, hayattan ne istediğini bilen, tuttuduğunu koparan bireyler haline gelmiş oluyoruz. Güya öyle. Ben eğer çıkabilirsem, üniversiteden çıktığımda özgüveni sıfır, hala hayattan ne istediğini çözememiş, yaşama amacını bulamamış, üstüne üstlük hayallerinin peşinden gitmeye bile cesareti ve gücü kalmamış bi insan halinde olacağım.

Sadece zorluğundan bu kadar şikayet ettiğimi düşünen insanlar, aslında ne kadar da basitsiniz. İlk senemde, o kadar farkında değildim ama 5 senedir, 1 tek insan bile mi anlamaz derdimi. Zorluğundan değil benim derdim. Zor olan bir şeyi, kafama koyduğumda yapardım ben. Eskiden babamın, kitaplarımı camdan dışarı fırlattığını bilirim ben ki bunu yaptığında daha 10 yaşındaydım. Kimden aldıysam o aklı, 'Türkiyenin en iyi okullarından birinde okuyacağım ben' diyordum. Okudum da noldu? Daha 10 yaşındayken, haftada 1 saat tv izleme hakkı tanımıştım ben kendime. Türkçe sorularında hata yapıyorum diye oturup sözlük ezberlerdim ve bunu eğlencesine yapardım. İnsanlar Ayşegül serisi okurken, ben Ana Britannica okumaya, anlamaya çalışırdım. Zorluk değil yani benim derdim. Anlayın artık şunu. Yalvarırım anlayın. Bu okul bittiğinde, diğer insanların kutladığı gibi kutlamayacağım ben. Çünkü o diplomanın bana kazandırdığı tek şey mühendislik eğitimi olmuş olacak. Anlattığım gibi mühendislik disiplinine siz daha sokakta ip atlarken, barbie bebeklerinizle oynarken sahiptim ben zaten. Anlayın artık şunu. Daha 2 kelimeyi yanyana getirip, kendini ifade edemeyen beyniniz hayat dersi vermesin bana. Siz daha çocukların nerden geldiğini bilmezken, ben Sofi'nin Dünyasını okuyup bitirmiştim. Bilir misiniz o kitabı? Siz karı-kız-erkek peşinde koşarken ben Kant cevirisi yapıyordum babama. Siz Icq'da, Mirc'te chat yaparken, ben Nasa'ya mail atıyordum( evet gerçekten yaptım).Siz derslerde uyurken, ben de dersi dinlemezdim ama bulmaca çözerdim. Kime bu artisliğiniz? Bir diplomayla adam mı oldunuz başıma?

Ve evet nerden nereye, böyle bir insanken, yaptığım yanlış seçimler beni ne hale getirdi? Kendimi kaybettim bulamıyorum. Düşüncelerim bana o kadar ağırki, altından kalkamıyorum. Ama en kötüsü, insanların sadece zordan kaçtığımı düşünmeleri. Karşıma geçip '1 dönem daha sıkıcaksın kendini' demeleri. Hadi ya? Ben farkında değildim. Tabi ya! Buymuş her şeyin cevabı. Siz önden gidin, ben geliyorum.

Bu arada bilgisayarı tekrardan açtığım gibi Defne Joy Foster'ın vefaat haberini aldım. Bir varız, bir yokuz en nihayetinde dimi? Gidiciyiz yani zamanını bilmeden. O bıcır bıcır insan yok artık. Tanımadığım insan kayıplarından olan Prenses Diana'dan sonra en çok bu ölüm haberine üzülmüş olabilirim. Küçükken hayrandım Prenses Diana'ya. Öğrendiğimde niye bilmiyorum, yıkılmıştım. Defne Joy'a da o kadar üzülmüş olabilirim. Allah rahmet eğlesin.

Bir Cümle

Ben hiç bir zaman kindar bir insan olduğumu inkar etmedim. Bana yapılan kötülükleri içimde hırs yapıp, hiç bir zaman karşı tarafa zarar vermeye calışmadım fakat kalben ve ruhen rahatlamak için sivri dilimi kullandığım gerçeğini hiç yalanlamaya çalışmadım.

Erkek arkadaşım ve bir arkadaşı oturmuşuz yemek yioruz. Birden bi muhabbet açıldı. Konu:

Kız kardeşin olsa, erkek arkadaşı olmasına laf eder misin? İzin verir misin? Görsen naparsın? gibisinden sorular. İşte diğer arkadaşın, kız kardeşi var zaten. 'Abi kötü oluyorum konuşmayalım. Görsem huzursuzluk çıkartırım, nolur görmiyim duymıyım bilmiyim' şeklinde cevaplar vermekte. Sonra erkek arkadaşım (of böle demeyi de hiç sevmiorm, takma ismi bundan sonra 'Nesquik' olsun.Evet gerçekten öle olsun),
'Abi erkek arkadaşı olmasında sıkıntı çıkarmam ama eğer o çocuğun, kardeşimi üzdüğünü, ağlattığını görürsem, işte o zaman sıkıntı çıkartırım' şeklinde bi cevap verdi. Bu arada kendisinin kız kardeşi yok. Ben ilk başta durdum, gerçekten durdum. Bişi dememek için kendimi tuttum. Ama olmadı be kankitler. Gerçekten olmadı.
'Madem böyle düşünüosunuz, o zaman siz neden kız arkadaşlarınızı üzüp ağlatıosunuz? Siz nie her zaman doğru davranmıosunuz o kızlara?' dedim. Herhangi bi amacım yoktu aslında. Huyum kurusun otomatik yapıorum. Nesquik çok bağırır, çok sinirlenir kavga ederken beni çok üzer. Gerçi 1 sene de öyle kavga en fazla 3 ama olsun. Bozuldu orda bi bana, 'Nie ben seni çok mu üzüorumda böyle suçluosun beni?' dedi. Bende 'Yok genelleme yaptım, daha önceki kız arkadaşlarından bahsettim'  falan dedim ama mesaj ulaştı bi kere. Sonra durdu 'Hem senin abin yok, sen sayılmazsın' dedi, güldü saçımı okşadı.Geçti öyle, uzatmadım. Tadımız kaçardı çünkü ben biliyorum kendimi. Ama artık bu bende senelerdir savunma mekanizması olmuş. En ufak saçma bir muhabbetten bile ince mesaj vermenin yolunu buluyorum. Üstelik istesem de kendime engel olamıyorum zaten.

Neyse, öyle yani, abim yok diye 'üzülmemesi gereken kız rolu' bana çok görülmüş oldu yani bu gece şakayla da karışık olsa. Bu kadar kötü anlattığıma bakmayın, aslında beni hep el üstünde tutmaya, kırmamaya, istediklerimi yerine getirmeye çalışan biri kendisi. Ama arada benim böle hatun  damarım tutuo işte. Bir de bana bu cümleleri kurdurtacak kadar bağırıp çağırmasa 4/4'luk olacak ama o da nazarlığımız heralde.