Bana uyacak bir marilyn monroe resmi yok! Yettiği kadar


20 Ağustos 2010 Cuma

İnsan ve Toplum

‘Hayır’cıyım ben. Aslında pek çok şeye ‘Hayır’ demem hayatta. Çünkü bana gore herkes kendi penceresinden haklıdır. Herkesin kendine gore doğruları vardır. Bu yüzden bir çok ‘Evet’çinin akılsız yada aptal olduğunu düşünmemekteyim. Taraflara baktığımızda, ikisininde birbirinden kötü tarafları olsa da, toplumu oluşturan bireylerin her zaman ‘Cumhuriyet’ tarafında olmasını ümit ederim. ‘Cumhuriyet’i tehlikeye atacak adımlara karşı durmasını beklerim.

Bütün insanların Dünya’yı ve sosyal toplumu oluşturan olguları kendi akıllarını kullanarak sorguladığını düşünmek isterim. ‘Aydınlanma’ ve buna bağlı olarak ‘Gelişme’ ancak ve ancak insan kendi aklını kullanmayı başarabilirse gerçekleşir çünkü.

Gelişmeler tarihsel bir geçmiş, bir temel olmadan ortaya çıkmaz. Bir gelişme birdenbire ortaya çıkmış gibi gözükse de, önceden var olan, içinde geliştiği ve bağlantılı olduğu bir durumu öngerektirmektedir. Bu nedenle gelişme için gerekli olan ortamı yaratabilen insan toplulukları, diğer topluluklara gore daha hızlı gelişecektir.

İnsan toplulukları, uzun sure, doğa, insan ve toplum üçlüsünü, tanrılar veya tek tanrıya dayalı bir algılama ile açıkladılar. Bu düşünce yapısı, bir yaratıcı ve her şeyi denetleyen bir tanrı kavramını ve bu tanrı tarafından bildirilmiş gerçekliğin kayıtsız ve koşulsuz kabulu sonucunu doğurdu. Bu tanrı tarafından bildirilmiş gerçekliğin kayıtsız ve koşulsuz kabulu şeklindeki düşünsel ortam, gelişmeyi sağlayacak özgür düşüncenin ortaya çıkmasını engelleyecek bir yapıyı da beraberinde getirdi.

Bu gelişmeyi engelleyici ortam, Doğa, İnsan ve Toplum üçlüsünün, Tanrı’nın varlığını ve onun yaratıcı gücünü inkar etmeden de incelenebileceğini ileri süren insanları tarih sahnesine çıkardı. Ve bu düşünsel yaklaşım, insan düşüncesinin ve aklının, giderek tanrıbilim ve dinsel metinlerin getirdiği sınırlamalardan kurtulması sonucunu doğurdu. Böylece düşünsel ortam, yaratıcı tanrı, tanrıbilim ve bildirilmiş gerçekliklerden, doğa, insan ve toplumun akıl yolu ile incelenmesine veya bu iki yaklaşımın bir arada yorumlanışa kaydı. Bu sayede engellemelerden kurtulan akıl, gelişmeyi sağlayan aydınlık düşünsel bir ortam yarattı.

‘Aydınlanma’ kavramına dönecek olursak, İşte bu aklı kullanma cesaretini gösterebilen toplumlar diğer toplumlardan daha hızlı gelişmektedir. ‘Aydınlanma’ denilen bu gelişme, özgür düşünce ve demokrasi ile beraber her yönlü toplumsal gelişmeyi sağlayabilmesi açısından önemlidir. Kısaca ‘Aydınlanma’, aklını başkasının yardımı ve yol göstericiliği olmadan kullanma cesaret ve kararlılığını gösterebilmektir.

Bu söylenenlerden, akılcı düşüncenin, Tanrı’nın ve onun yaratıcı gücünü inkar ettiği sonucu çıkarılmamalıdır. Yaratan, insana aklı verdiğine gore, onu kullanma sorumluluğunu ve cesaretini de vermiş olmalıdır. Bu düşüncenin doğal sonucu, insanlığın çalışmalarının merkezine, aklı koymasının aslında tanrısal buyruk olduğudur. Bu açıdan Tanrının varlığı ve yaratıcı gücü ile akıl çelişir ve uzlaşmaz değil, tam tersi birbirlerinin destekleyicisidirler. Uzun yıllardır ülkemizde bu tesbitin yapılamamış olması gelişme ve ilerleme yolundaki en önemli engelimizdir.

Tanrının varlığına ve yaratıcı gücüne olan inanç, boş inanç ve bağnazlığa dönüşerek ortaçağ karanlığını yaratmış ve buradan bir Aydınlanma çıkmış ise, her açıdan giderek değersizleşen ve düşünsel bir zenginliği içermeyen yapımızda kendi aydınlanmasını yaratmalıdır.

Butun ‘Evet’ ve ‘Hayır’lara rağmen..